Sorun Virüs Salgını mı, Emperyalizmin Vahşiliği mi?
2019 sonlarında Çin’nin Wuhan eyaletinde ortaya çıkan ve kısa sürede Çin’in bütününü etkisi altına alan koronavirüs hızlı bir şekilde kıta Avrupa’sı başta olmak üzere dünyanın her köşesine yayıldı. İlk başta tüm ülkeler için daha önceki virüs salgınları gibi görünüp dikkate alınmazken virüs tüm dünyaya ulaşmış ve 500 bin insana bulaşarak 18 bine yakın insanın hayatını kaybetmesine yol açmıştır.
Koronavirüs sonrası hayatımıza hızlı bir giriş yapan virüsler bir anda dünyanın bir numaralı gündemi oldu. Virüsten kaynaklı sokağa çıkma yasakları, ekonomik-sanatsal-kültürel-sportif faaliyetler de dahil tüm yaşamın büyük oranda durmasına doğru evrildi. Peki virüsler günümüzün bir sorunumu ya da çağımızın hastalık nedeni mi? Nereden geldi bu virüsler?
Aslında virüsler dünya var olduğu günden beri varlar hatta insan DNA’sının yüzde 8’inin yine virüs geni içerdiği bilinmektedir. Virüsler genellikle tek iplikli RNA molekülü taşıyan basit birer protein kılıfıdır ama basit olduğu için kolay çoğalır ve tehlikeli hastalıklara neden olurlar. Virüsler canlı, evrim geçiren, gelişen bir organizma ve hayatımızın her yerinde ve her zaman var oldular. Dünyada şu anda saptanan 2000 çeşit virüs olduğu bilinmektedir.
Tabii ki virüs hastalıkları yapay ortamlarda geliştirilip çeşitli biyolojik savaşlarda silah olarak da kullanılabilir. Şimdiye kadar çıkan virüsler de bu tespitin yapılmaması, bunun olmadığı anlamına gelmemektedir.
NE VİRÜSLERİ YENİ KEŞFEDİYORUZ NE DE İNSANLIK SALGINLA İLK DEFA KARŞILAŞIYOR!
Son 10 yıl içinde dünya birkaç virüs tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Afrika’da başlayan Ebola virüsü 11 binden fazla insanın ölmesine neden oldu. Bir dönem gündemi işgal eden Sars virüsü yine corona virüsleri ailesinden gelmektedir. 8422 vaka ve 916 ölüme neden olmuştur. Mers de aynı virüslerden türeyen bir virüstür. 699 kişide görüldü ve 209 kişi hayatını kaybetti. Yine domuz gribinden 12 binden fazla insanın öldüğü görülmektedir.
Son 10 yıl içinde birçok grip salgınında virüslerin etkisi ortadadır. Fakat virüsler ve salgınlar konusunda daha da geriye gitmek gerekiyor. Çünkü virüsler dünya tarihinde birçok defa karşımıza çıkmış medeniyetlerin yok olmalarına dahi neden olmuştur.
Tarihte Azteklerin yok oluşunda İspanyol sömürgeciliğinin kıtayı keşfi önemli bir nedendir. İspanyol gemicilerin getirdikleri çiçek virüsü nedeniyle Aztek nüfusu 3’te 1 oranında düştü. Azteklerin tarihten yok olmasında İspanyol sömürgeciliğinin katliamları yanında çiçek hastalığının yarattığı kırım belirleyici düzeydedir.
Yine 1347-1348 yılları arasında Avrupa nüfusunun 3’te 1’i veba virüsünden yok olmuştur.
Daha yakın zamanda 1918 yılında ‘İspanyol’ gribi dünyada iki yıl içinde 50 ile 100 milyon insanın ölümüne neden oldu ve dünya nüfusunun yüzde 15’i yok oldu.
Gördüğümüz gibi virüsler bugün ortaya çıkmış sorunlar değildir tam aksine dünyanın var oluşundan beri her zaman epidemik bir tehlike olarak var olagelmiştir. Bu yüzdendir ki küresel ısınma ve buzulların erimesinden kaynaklı buzullar altında kalan ve binlerce yıldır uyku durumunda olan birçok virüsün ortaya çıkacağı ve bunların ciddi ölümcül sonuçlar doğuracağı bilim insanları tarafından açık bir şekilde dillendirilmektedir.
Dünyada yayılan ölümcül bir virüs ve kitlesel ölümler ortaya çıktığında birkaç nokta öne çıkıyor. Bu öne çıkan nedenler bugün de günceliğini koruyor.
İspanyol gemiciler çiçek virüsünü kıtalar arası dolaşımla diğer kıtalara ulaştırmıştı. İspanyol gribi 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrası evlerine dönen askerlerle tüm dünyaya yayılıyor ve bulaşıyor. Veba salgını yine taşımacılık ve dolaşımla yayılıyor ve bugün Covid-19 virüsü Çin’den tüm dünyaya yine ulaşım sistemleri ile yayıldı ve yaygınlaştı. Yani gerçekleşen salgınların yayılmasında hizmet, mal ve yer yer para dolaşımının belirleyici bir yeri söz konusudur.
Diğer bir neden salgınların kalabalık nüfuslu şehirlerde yayılma göstermesi. Hatta buralarda ortaya çıkması ve en geniş alana buralardan hızla yayılmasıdır. Bu her dönem için geçerlidir. Kalabalık nüfusların, insan yoğunluğunun bu alanlarda odaklanması ve kurulan şehirlerin yetersiz alt yapıya sahip oluşu ve insan temasının çok yakın, yaygın ve yoğun olmasıdır.
Kapitalizmin gelişmesiyle üretim anarşisine yani plansız sürekli meta üretmeye dayalı sistemin bütün yaşamı buna göre dizayn etmesi ve ihtiyaç temelli, sürdürülebilir bir yaşamdan çok tüketen bir üretim ve yaşam modeli şehirlerde nüfusun dengesiz bir şekilde yığılmasını getirmektedir. Dünyada insan nüfusu 8 milyarı bulmuş, sınırsız bir dolaşım ve etkileşim içinde bir süreç örgütlenmiştir. Bu da salgınların yayılmasında ciddi bir rol oynamaktadır.
SORUN VİRÜS SALGINI MI SERMAYENİN VAHŞİLİĞİ Mİ?
Dünya bu kadar çok salgınla karşı karşıya kalırken, ölümler bu kadar kısa sürede artarken ve salgına neden olan virüslerin bir çoğu bilinmesine rağmen neden çözüm üretilemedi veya neden virüslerle yaşamayı becerecek bir sistem örgütlenemiyor? Bugün bu alanda teknolojik ve bilimsel alt yapının olabildiğince gelişkin olduğu açık bir gerçekken bu konuda niye bu kadar acizlik yaşanıyor? Virüs salgınında toplum nasıl paniğe sevk ediliyor, yaygın ölümler ve adeta kırım yaşanıyor?
Var olan sağlık sistemi, hastane donanımları, tıbbi ekipmanlar neden salgın hastalıklara karşı hazırlıklı değil ya da uygun hale gelemiyor? İspanyol gribi sonrası gelişen birçok gribin onun kadar ölümcül olmamasının bilim insanları tarafından şans olarak nitelendiriliyor olması gösteriyor ki insanlık geçmişte bugün Covid-19’dan daha ciddi virüs tehlikeleriyle karşı karşıya kalmıştır.
Bugün virüsün iklim değişimiyle bağlantısı kuşkusuz söz konusudur. Çünkü virüsler canlı ve onların yaşamlarını sürdürecek iklimler, ortamlar gerekiyor. Küresel ısınma ise buna elverişli bir ortam yaratarak virüslerin evrim geçirerek tehlikeli bir niteliğe bürünmesine ya da yeni virüslerin ortaya çıkmasına yol açmaktadır.
Fakat burada üzerine tartışacağımız asıl şey sorunun sadece ekolojik bir mesele olmasının ötesinde insanlığın sürekli karşı karşıya kaldığı virüs salgınlarına karşı ne yapıldığı olmalıdır. Aksi takdirde virüs salgınlarının niteliğini, nedenlerini doğru bir şekilde tartışmak olanaklı olmayacaktır. Öncelikli olarak sistemler neden salgınlara karşı önlem alamıyor, almıyor ve sağlık sistemlerini buna uygun bir şekilde düzenlemiyor?
Kapitalizm, öncelikli olarak her şeyi kâr parantezi içinde ele alır ve ona uygun bir konumlanış içinde olur. Bu sağlık sistemi için de geçerli bir kuraldır. Sağlık sistemi ‘insanlar için değil sermaye için’ prensibi ile kâr elde edebileceği alanlar olarak şekillendirilir. Birçok ülkede sağlık sistemleri özelleştirildi, hastane çalışanları bu sisteme göre dizayn edildi ve kâr hırsıyla hastanelerin tedavi önceliğinden çok kâr önceliği hayata geçirildi.
Sağlık sisteminde kapitalizmin genel yaklaşımını içeren bu saldırı yanında ikinci bir saldırıyı da neoliberal politikalar oluşturdu. Bu saldırılar tüm ülkelerde uygulanmaya başlanmasıyla orantılı olarak 2008 ekonomik krizi sonrası zirve yaptı. Zaten özelleştirme kapsamına alınan ve hayata geçen saldırı dalgası bu kriz sonrasında yük olarak görülen birçok hastanenin kapatılmasıyla devam etti. Personel ihtiyacının altıda bir istihdam politikasıyla uzun süreli çalışma dayatıldı. Çalışan ve personel açığı büyüdü, devasa boyuta ulaştı.
Devletler bütçeleri silahlanmaya, mali krizin deliklerinin kapatılmasına, tekellerin sermayesinin serbestçe dolaşmasına ayırırken sağlık alanında yapılan bütçeler ciddi anlamda kısıtlamalara maruz kaldı.
Bugün ABD’de 2010’dan beri 100’den fazla hastane kapatıldı ve bugün kapatılmayı bekleyen 700 bölgesel hastane var. Bu sadece ABD’deki sayılar. Daha bir çok ülke aynı politikalarla ya hastaneleri kapattı ya da bütçeleri azalttı.
Yine kriz sonrası birçok ülkede salgınları önlemeye dönük kurumları bütçe yetersizliğinden kapanmak zorunda kaldı. Bu özellikle yaygın ve çok büyük çapta gerçekleşti. Salgın hastalıkların önemsenmediği bir sağlık sistemi ve bütçe planlamasına gidildi. Bunun sonucu ise salgına ve insan sağlığına dönük çalışan kurumların kapanması oldu.
Sağlık sisteminden ve sağlıkla ilgili çalışan diğer kurumlardan bütçeler saklanırken buralar darboğaza sokulup kapatıldı. Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerine göre her yıl 1 milyar insan grip salgınına maruz kalıyor ve bu salgınlar 650 bin ölümle sonuçlanıyor. Bu gerçek bilinmesine ve raporlaştırılmasına rağmen emperyalist-kapitalist sistemin çıkar ve hesapları sağlık sistemini kıyımdan geçirdi.
Bugün birçok hastalığı örnek verebiliriz. Hastalığın bulaşması ve ölüm oranlarının geldiği boyut bu alana daha fazla bütçe ayrılması ve daha etkin bir sağlık sisteminin kurulmasını dayatmaktadır. Ancak olan şey tam tersidir. Emperyalist-kapitalist sistem mali krizlerinin kara deliklerini kapatmak için bu alanlarda büyük kısıtlamalara gitmekte, kârlılık oranını arttıracak her türlü saldırıyı devreye sokmaktadır.
Tabii ki hastaneler gibi bir de bunun yan sektörü ya da asıl oyun kurucusu olan ilaç firmaları var. Tekelleşen bu firmalar ülkelerin ve dünyanın sağlık sistemine yön vermekte, kimi zaman ülke siyasetine birebir müdahil olarak salgına karşı önlem konusunda hiçbir adım attırmamaktadır. Birçok ilaç firması 1960’dan beri bilinen pandemilere karşı önleyici tedaviye yönelik çok az yatırım yapmışlardır. Çünkü ilaç firmaları önlemekten çok “çözüm üreten” ilaçlar üreterek ne kadar çok bulaşıcı hasta olursa o kadar çok kâr elde edeceklerini düşünürler.
Covid-19 virüsü dünyada hızla yayılırken alınan önlemler tartışılır durumdadır. Yine ülkelerin bu salgının Çin’de görülmesiyle duruma karşı önlem almamaları da eleştiriler arasındadır. Çin’de bu virüs görülür görülmez ilk değerlendirme Sars ve Mers tipi virüsler gibi çok yayılmayacağına yönünde olmuştur. O dönemde dikkat edildiği ama korkulan boyuta ulaşmaması ve yine domuz gribi döneminde birçok devletin bütçeler ayırarak aşılar almasına rağmen buna gerek kalmamış olması gibi değerlendirmeler olmuştur. Bu salgında devletlerin meselenin ciddiyetinden uzak olması sağlıktan çok ekonominin düşünüldüğünü açık şekilde ortaya çıkarmaktadır.
Birçok ülkede ciddi sağlık sigortası ödeyen emekçiler bunun karşılığını almadıkları gibi sigortaların baskısıyla da karşı karşıya gelmektedir. Koronavirüs tanısında kullanılan testlerin sigortalar için ekstra yük olması nedeniyle dikkatli kullanıyor olması, tanının belirlemesinde dahi ciddi boşluklar oluşmasına neden olmaktadır. Kapitalist-emperyalist sistemin kurduğu bu düzenin halk sağlığı değil sermayenin kâr sağlığına odaklandığını, onu öncellediği görülmektedir.
EMPERYALİZMİN EKONOMİK KRİZİ VE CORONA’YA “YARDIM YATAKLIK” ROLÜ!
Önlem almayan ülkeler virüsün yayılmasıyla kademeli birçok tedbir almış sokağa çıkma yasaklarına kadar gitmiştir. Alınan tüm tedbirler ekonomiyi gözeten ve sağlık sigortalarını öncelleyen yaklaşımla şekillenmiştir. Salgının yayılması ve vakaların artmasıyla beraber hastanelerin yetersizliği gün yüzüne çıkmıştır. Temel olan solunum cihazlarının yokluk düzeyinde olması, hastanelerin bu tür salgına karşı donanımsızlığı kendini göstermiştir. Ki İtalya ve İspanya bu durumun en iyi örneğidir. Birçok hasta tedavi edilmeden ölüme terk edilmiş, İspanya’da hastalar yerde yatırılmış, İspanya devleti özel hastanelerinin kontrolü ve denetimini sağlamak için bu hastanelerin devlete borçlarını “açıklamak zorunda” kalmıştır. Özelleştirmenin yarattığı tüm tahribat ve sıkıntılar koronavirüs salgını ile gün yüzüne çıkmaya başlamıştır.
Kapitalizmin sağlık sektörünü bir kâr alanı olarak görmesi, bütçelerin düşürülmesi, çalışan sayılarının azaltılması gibi neoliberal politikaların tüm tehlikesi ve zararları gün yüzüne çıkmıştır. Bugün belki yıkılacak olan kapitalizm değildir ama onun sağlık sisteminde yarattığı yıkım bu sistemin ne kadar çabuk yok edilirse halk sağlığının daha fazla güvenceye alınacağını göstermektedir. Hastanelerin bu tip acil durum için alt yapılarının olmaması, yeterli personel olmadığı gibi olanların uzun saatlerde çalışmaya maruz kalmaları ve daha birçok eksikliğin ve ölümcül salgının büyümesinin nedeni egemenlerin sağlık politikaları, sigorta şirketleri ve ilaç firmalarıdır.
Koronavirüs dolayısıyla yaşanan krizin çok katmanlı ve boyutlu olduğu açıktır. Aşırı düzeyde birikmiş sermaye, yine üretim anarşisinden kaynaklı yığılmış meta, emperyalist tekeller için bir süredir 2008’i aşacak bir finansal kriz ve üretim krizi sinyali vermekteydi. Beklenen bu krizin belirtileri emperyalist devletlerin Merkez Bankaları rezervlerine dair verilerde, borsada oluşan aşırı köpükte anlaşılır durumdaydı. Kriz teorileri burjuva iktisatçıların son bir yıldır temel gündemi haline geldi. Şimdi koronavirüs vesilesiyle emperyalist sistemin ekonomik krizi tetiklenmiş görünüyor. Avrupa’da ekonomik yaşam ciddi oranda durmuş, ABD resesyon ilan etmiştir. Yakın zamanda 2008 krizinde görülen tüm belirtiler şimdi korona vesilesiyle, sokağa çıkma ve tedbir uygulamalarıyla hayata geçmektedir. Kapitalizmin üretim ve ekonomik yaşamını sadece bu virüsün akamete uğratmayacağı, insan sağlığının kapitalist üretimin ihtiyaçları karşısında beş kuruşluk değeri olmadığı açıktır. Emperyalist devletler tıpkı 2008 krizinde olduğu gibi piyasaya trilyon dolarlar pompalamakta -bunun halk sağlığı için olmadığı açıktır-, küçük ve orta ölçekli işletmeler alınan tedbirle ilk ve en güçlü tahribatı yaşayan kesim olmaktadır. İşçi kıyımları ise henüz virüs salgını gündemdeyken başlamıştır.
Bu krizin koronavirüsten kaynaklı olmadığı açıktır. Emperyalist kapitalist sistem derinleşen krizine koronavirüs ile kapılarını sonuna kadar açmıştır. Bir yandan “halk sağlığı” gibi oldukça hassas bir mesele üzerinden “ekonominin durduğu, krizin büyük olduğu” propagandası yapılırken diğer yandan emekçiler, küçük ve orta işletmeler emperyalist sermaye kaynaklı finansal krizin cenderesi altına alınmıştır. Büyük çaplı bir krizde doğacak sonuçlar; büyük çaplı batıklar, üretim alanının daralması, işçi kıyımları, piyasanın sıcak paraya boğulması ve sermayenin realize edilmesi gibi tüm hamleler peş peşe gelişmektedir.
Halk içinde büyük bir panik havası ile “can derdi”ne odaklayan bir kuşatma da söz konusudur. Kuşkusuz yaratılan paniğin bilerek ve kasten köpürtülme durumu da vardır. Bu salgının büyüklüğü aynı zamanda emperyalist sermayenin krizinin büyüklüğüne işaret etmektedir. Ortaya çıkacak maliyetin bu salgınla halka fatura edilmesi için tüm politik-ideolojik-psikolojik iklim örülmektedir. Hiç kuşkusuz bu sürecin devamı, emperyalist tekellerin aç gözlü kanlı sermayesinin yarattığı krizin “hep birlikte göğüsleyelim, aynı gemideyiz” şeklinde halka paket olarak sunulması olacaktır. O paketin içinden işsizler ordusu, sosyal hakların kısıtlanması, ücretlerin tırpanlanması, esnek üretimin daha fazla yaygınlaştırılması, küçük-orta işletmelerin iflası, olanların bir yazgı olarak sessiz sedasız benimsenmesi, devletlerin halkın politik-ekonomik hak taleplerine karşı daha saldırgan hale gelmesi ve buna ideolojik kılıf giydirmesi gibi “hediyeler” çıkacaktır. Tekeller arası rekabetin kızışması ve birbirini yutmaya çalışacak büyük çaplı hamleler de bu sürecin özelliklerinden birisi olacaktır. Bunu bugünden öngörmek kehanet olmayacaktır. Virüs salgınının kontrol altına alınması ve bir adım sonraki normalleşme adımları emperyalist-kapitalist sistemin krizinin işçi sınıfına, emekçilere, ezilen uluslara yumuşak ya da sert tedbirlerle fatura edilmesi olacaktır.
Sistem her çatırdayışında sorumluluğu bizlere yıkmaya çalışmaktadır. İklim krizinin nedeni bizim tüketimimizin fazla olmasına bağlanmakta, bugün bu virüsle yaşadığı sağlık krizinde de sorumluluğu bizlerin üstüne atmaktadır. Üzerimizdeki baskıları, yasakları arttırarak krizi çözmeye çalışmaktadır. Kriz sonrası oluşan faturanın bizlere çıkacağı aşikârdır. Yüksek vergiler, sağlık sigortalarının artırılması, maaşlardan kesilen payların artırılması gibi bir çok saldırı virüs sonrası daha çok karşımıza çıkacaktır.
Yüzyıllar önce bir medeniyet yok olurken diğer bir kıtada veya coğrafyadaki başka bir medeniyet ayakta kalabiliyordu. Ama modern dünyada, emperyalizm çağında sermayenin ayak basmadığı tek bir karışın olmadığı bugünkü koşullarda artık yıkımın bir bütün olacağını görülmektedir. Çin’deki bir salgın tüm dünya sistemini durma noktasına getirmeyi başarmıştır. Bu kriz emperyalist kapitalist sistemin krizidir. Onun karşımıza çıkaracağı hiçbir fatura kabulümüz olmayacaktır. Bu tablo daha fazla sınıf mücadelesi, çelişkilerin daha fazla keskinleştirilmesi ve tüm gericiliğin canının daha hızlı ve etkin şekilde okunması görevini önümüze çıkarmaktadır.
*Bu yazı 25 Mart tarihinde Yeni Demokrasi gazetesinin internet sitesinde yayımlanmıştır.