Sömürünün Görünmeyen Yanı: Çocuk İşçilik
Yaşadığımız coğrafyada kayıtlı ve kayıt dışı güvencesiz koşullarda çalıştırılan genç ve çocuk işçi sayıları azımsanamayacak derecededir. Bu koşullar içerisinde sömürü çocuk yaşta ciddi boyutlara ulaşmıştır. Yaşanan sorunlar gençliğin ilerleyen dönemlerinde ise bir dizi çelişkilerin derinleşmesine sebep olmaktadır.
Bazı istatistiki verilere göre burjuva-feodal sistemin krizi 2018 sonrası ekonomik alanda da krizi derinleştirmiştir. 2018 sonrası bu krizin istihdam rakamlarında artış eğiliminin gözlenmesiyle kalmamış, 700.000 kadar iş kaybına da neden olmuştur. Bu tablo bekleneceği üzere en çok halk gençliğini etkilemiş, eğitim ve çalışma hayatına katılamayan gençliğin sayısı 2020 Kasım’da yayınlanan verilere göre kısa sürede %21.9’dan %23.5’e, işsizlik rakamları ise %20.3’ten %25.4’e yükselmiştir. COVID-19 salgınıyla birlikte daha çok karamsarlaşan bu tablo, eğitim ve çalışma hayatına katılamayan gençlerin sayısını %27.1’e çıkarmıştır. Bu veriler işsiz gençliğin verileridir. Peki ya sözde istihdam sağlanan, ucuz iş güçleri satın alınan, güvencesiz çalıştırılan, köleleştirilen ve bir bütünüyle köleleştirilmeye devam edilen çocuk ve genç işçilerin durumu nedir?
2019 yılı araştırma sonuçlarına göre çalışan çocuk işçi sayısı 720 bin civarında ve bu sayının neredeyse %80’ini 15-17 yaş grubu oluşturmaktadır. Patronlar, daha fazla kar hırsıyla genç ve çocuk işçilerin işgüçlerini ve emeğini her geçen gün daha fazla sömürüyor. Bunun yanı sıra kayıt dışı koşullarda genç ve çocuk işçilerin güvencesiz çalıştırılması da iş cinayetlerine sebep olmaktadır. Bu çalışma koşulları içerisinde birçok genç ve çocuk işçilerin emek sömürüsüne karşı çelişkileri derinleşiyor. Yaşanan bu sömürü halk gençliğinin her geçen gün kin ve nefret ile dolmasını ve daha da politize olmasını sağlıyor. Bu kitlelerin köleleştirilme politikalarına yönelik patronların kâr ve sömürü hırsları; ucuz işgücü, mobbing, taciz ve çocuk işçilere şiddet olarak geri dönüyor. Gençler iş yerlerinde böyle zorluklarla günlerini geçirirken, artan ekonomik krizin verdiği kaygılar ile her geçen günün sonunda, her yeni doğan günün başında tam olarak yaşam alanlarının her yerinde, geleceksizliklerini sorguluyorlar. Geleceksizlik kaygısına yönelik bu sorgulama aynı zamanda gençlikte bir ümitsiz olma halini de getiriyor. Patronlar ve sisteme karşı örgütlenemeyen bu öfke işçi gençliğini psikolojik olarak yıpratırken aynı zamanda bu yıpranma kendi yaşamlarına son vermeye kadar gidebiliyor. Bunların yanı sıra neredeyse her gün böyle bir sömürü düzeninin içinde sistematik şekilde göz göre göre iş cinayetleri yaşanıyor ve yaşanmaya da devam ediyor. 2013’ten bu yana kadar 513 çocuk işçi iş cinayetlerinde hayatını kaybetti.
İşçi gençliğin bu tablo içerisinde yaşadığı sorunlar böyleyken benim de buna benzer bir çalışma deneyimim oldu. Orta sınıf bir patronun işinde kısa dönemli çalıştım. Genç olmamın verdiği güven ve kuzenim olmasının getirdiği feodal bağlar ile her gün daha fazla çalıştım. İşinizi düzgün yapmazsanız, bir hata yaparsanız “patronluğun gerekliliği” olarak bağırıp çağırılır “bir daha olmaması temennisiyle işinizi düzgün” yapmanız istenir. Bu patronla feodal bağlarınız var ise bu bağırıp çağırmalar, “verilen direktifler” şaka yollu gibi gösterilir manipüle edilirsiniz. Benim durumumda böyleydi. Benim için bir süre sonra devrimci olmanın nedeniyle yozlaşmış ve çürümüş karakterlerle aynı ortamda bulunmanın rahatsız edici bir yanı vardı. Bu ortamlarda fazla kalmanın sonucu ya yozlaşıp ayak uydurmaktır ya da devrimci iradeyi ve bilinci korumaktır. Her geçen günüm ne kadar sömürüldüğümü sorgulamakla geçiyordu, bana söylenen her sözün her davranışın özüne inerek neden böyle yaptıklarını incelemekle geçiyordu.
Çırağın çıraklığını yaparak her gün daha fazla çalışması her gün daha fazla yorulması gerekiyordu ve bu dayatılan baskıyı çözümledikten sonra ben de bu sorgulamalara bir süre sonra son verdim çünkü çırak çıraklığını yapıyordu, usta sözde ustalığını, patron ise patronluğunu. Hiçbir koşul hiçbir gerekçe bunları değiştirmiyor. Patron her yerde patrondur. Benimde kuzenim olması samimi olmam beni sevmesi gerekçeleri bunu değiştirmedi benim için patron hep patrondu. Tüm bunların yanı sıra, rahatsız edici koşullarda çalışmanın bana kazandırmış olduğu bir deneyim de oldu. O da işçi gençliğinin sorunlarını daha yakından hissetmem ve bu sorunlara dair bir şeyler yapmanın sorumluluğu oldu.
Halk gençliği ise tüm bu sorunlar içerisinde öfkelerini kusacağı bir hedef aramaktadır. Hedef ise çok berrak bir biçimde karşımızda duruyor. Sömürü düzeninin kendisidir. Bu yaşamı bizlere dayatıyorlar ve sömürü düzenin bir parçası olmamızı istiyorlar. Bizler ise öfkemizi ve isyanımızı örgütlenerek egemenlere yöneltmeliyiz. Halkın giderek yoksullaştığı, her güne yeni zamlarla uyandığımız bir atmosferden geçiyoruz. Bu atmosferi kendi lehimize çevirmeli ve halkın ve halk gençliğinin öfkesini devrim mücadelesine aktarmalıyız. Bu kavgada bize düşen ise mücadeleyi omuzlamak ve yarınlara taşımaktır.
Bir YDG Okuru