Sinmeyecek, Yılmayacağız Gücümüz Örgütlülüğümüzdedir!
Üniversiteler tarihinden beri; ilerici, demokrat ve devrimci gençleri bağrından çıkaran bir yapıya sahiptir. Yolumuzu aydınlatan ‘68 kuşağı da üniversite sıralarında okumuş, öğrenmiş ve yine öğrendiklerini pratikle buluşturmasını bilmiştir. Önder İbrahim Kaypakkaya’nın ilk siyasi pratikleri de yine üniversitedeki saldırılara karşı olmuştur.
İbrahim Kaypakkaya’nın o dönemlerde başkanlığını yaptığı Çapa Fikir Kulübü bildirisinde, Yüksek Öğretmen Okulu’nda estirilen zorbalığa karşı, yöneticilerin taraflı tutumları ve yoksul emekçi halkımızın çıkarlarını savunan arkadaşlarının bir korku çemberine alındığına karşı eleştiriler yer almaktadır.
Yayınlanan bu bildiriyi güncelliğini koruduğu için daha derin ele almak gerekir. Yine aynı bildiride gerici eğitim sistemi, öğretmenlerin ve yöneticilerin devrim düşmanı tutumları ve iktidar yanlısı kukla oldukları dile getirilmiştir. Yapılan bu baskılara dayanamayan bazı öğrencilerin köylerine dönmek zorunda kaldığı ve yeni gelen öğrencilerin İbrahim Kaypakkaya ile konuşulmasının yasaklanması, faşizmin üniversitedeki öğrencilerden ne denli çekindiğini kanıtlar niteliktedir. İbrahim Kaypakkaya başkanlığındaki Fikir Kulüpleri’nin bu bildiride yer alan son sözleri şunlar olmuştur: “Başaramayacaklar! Yoksul emekçi halkımız ak koyun ile kara koyunu ayırt etmeye başlamıştır. Çünkü halkımız, başına şapka yaptığı deriyi, ayağına çarık yapmasını da bilir çünkü. Güvencimiz onadır.”
Bildiri içeriğinin bir kısmı yukarıda belirtildiği gibi… 20 Kasım 1968’de kaleme alınan bu bildiri hala güncelliğini neden ve nasıl korumaktadır?
OHAL ile sürdürülmekte olan ve KHK’lerle desteklenen baskıların en şiddetli hissedildiği bir başka yer de üniversitelerdir. İlk olarak demokratik akademisyenlerin uydurma sebeplerle meslekleri ellerinden alınmıştır. Devletin, bilgi kaynağına yaptığını sandığı bu faşist saldırı, ilerici-devrimci gençlerin kendilerini her alanda farklı kaynaklarla geliştirmesiyle işlevsiz kılınmıştır. Devrimci, kısıtlı imkanlara rağmen öğrenmesini bilen olmuştur ve olacaktır da. Mesleklerinden edinen akademisyenlerin yerine üstten atanan gerici ve kukla akademisyenler(!) üniversiteli gençleri aydınlatmaktansa onları karanlığa doğru itmeyi emir almışlar ve bu emirleri yerine getirmek için can havliyle çalışmışlardır. Üniversiteler eleştiren, sorgulayan gençleri yozlaştırma politikasını sürdürmüştür.
Üniversitelerdeki baskılar kendisini farklı yollarla göstermiştir. Kimi zaman anlaşmalı çetelerle kimi zaman sivil polislerle. Üniversite yönetimi ve polisler ile iş birliği içinde olan faşist çeteler ajanlığı kendilerine meslek edinmiş ve ihbarcılık için birbirleriyle yarış içine girmişlerdir. Faşist çeteler aynı üniversitede okuyan devrimci-demokrat öğrencileri ve dersine girdikleri akademisyenleri okul yönetimine bildirirken, okul yönetimi ise polislerle iletişime geçmektedir. Bu üçlü koalisyon faşizme yakışır şekilde bir başkasına biat edilerek sürdürülmektedir.
Faşizm zaaflardan beslenen bir mikrop gibidir. Onun sağlığa zararlı olduğunu anlamak için illa ki hasta olmak gerekmez. Kendilerince belirledikleri devrimci öğrencilerin zaaflarından yararlanarak, onları ajanlaştırmaya ve karşı devrimciye dönüştürmeye çalışmaktadırlar. Yoksul öğrenciler ya da burslu öğrenciler ve ailesi tarafından baskı altındaki öğrenciler faşizmin ajanlaştırmak için hedefindeki öğrenciler olabilirler. Faşizmin yöneldiği arkadaşlar bilmelidir ki faşizm size ancak mal-mülk vadedebilir. Devrim ise sizlere onur, insanca yaşam ve gelecek verecektir. Bugün için yarından vazgeçmek, yarının aydınlığına gözlerini kapatmak demektir. Faşizm korkudan beslenir. Korku gençliği gerileten en büyük etkenlerin başında gelir. Bugünü yaratan, yarına umut olan gençliğin korkacağı hiçbir şey yoktur. Halkı etkisi altına alan korku perdesini kaldırma görevi, halkların en dinamik gücü olan gençliğin sorumluluğudur. Genç kitleler bu sorumluluk bilinci ile hareket etmek zorundadırlar.
Bugün binlerce tutuklu öğrenci mevcuttur. Faşizmin hedefindeki gençlik, tutuklamalar ile sindirilmeye çalışılmaktadır. Ülkenin aydınlık kesimine yapıla bu tutuklama saldırıları, ışıktan korkanların çırpınmalarıdır. Dönüştüremedikleri gençliği tutuklayarak işlevsiz kılmaya çalışanlara karşı gençlik bu çabaları boşa çıkarmak ile yükümlüdür. Boşalan saflar doldurulmalıdır. Gençlik korkularından arınır, baskılara karşı örgütlenir ise direniş kaçınılmaz olacaktır. Direniş, yılgınlığı bitirecek olan tek çözüm yoludur.
Üniversitelerdeki hak gaspları yalnızca bunlardan ibaret değildir elbette. Kültürel anlamda gerileme gençliğin bir başka temel sorunudur. Sanatın tek boyuta indirgenmesi, üniversite öğrencilerini tek tipe sokmayı amaç edinmiştir. Özellikle 15 Temmuz darbe girişimi sonrası kendini bariz şekilde gözler önüne seren bir sanat kolu geliştirilmiştir. Üniversite yönetimleri, öğrenciler tarafından sergilenen tiyatro oyunlarından, kültürel alanda üretilen her esere kadar milliyetçilik, devletçilik ve gerici başka konuları zorunlu kılmıştır. Üniversitede içinde yer alan kültürel etkinliklerde faşizm kendine rol yazmış ve bu rolü oynamıştır.
Yeni Demokrat Gençlik yıllardır sürdürdüğü mücadelesinde bir an olsun geri adım atmamış, faşizmin saldırılarını püskürtmeyi esas almıştır. YDG’yi bu denli dinç tutan elbette beslendiği ideolojisidir. Başkan Mao Zedong’un da dediği gibi;
“Dünya sizin, bizim de, ama son tahlilde, sizin. Sizler gençler, kuvvet ve canlılık dolu, hayatın baharında, sabah güneşi gibisiniz. Umudumuz sizde
(… )
Dünya size ait. Çin’in geleceği size ait.”*
* Moskova’daki Çinli öğrenciler ve kursiyerlerle yapılan bir toplantıda konuşma, (17 Kasım 1957)
Gençliğe yüklenen bu sorumlukların bilincinde olarak, demokratik üniversite ve bilimsel, anadilde eğitim yolunda yürüyüşümüz devam etmektedir.
(Üniversiteli bir YDG’li)