“Sağlığımız, Geleceğimiz İçin Sınavda Yokuz”
Koronavirüs salgınını emekçilere, halka, kadınlara ve gençliğe dönük saldırı politikalarının gerekçesi haline getiren egemenler; pandemi krizi süresince bir dizi uygulama, yasak ve kısıtlamayı kendi çıkarları doğrultusunda hayata geçirdiler. Salgın fırsatçılığını; kitle eylemlerini yasaklamakla, işçilerin kazanılmış haklarını gasp etmekle, gençliği anti-demokratik uygulama ve politikaların cenderesi içerisine sokmakla gösteren hakim sınıflar, bu süreç içerisinde biriken öfkenin ve isyanın da hedefi oldular. Bu tepkilerden kuşkusuz en önemlisi ve yüksek seslisi eğitim alanında dillendiriliyor. Salgının başladığı Mart 2020 tarihinden bu yana eğitim-öğretimin büyük bir bölümü uzaktan yapıldı. Üniversiteler kesintisiz kapatıldı, lise ve ilköğretimde ise dersler, önemli oranda uzaktan EBA platformu üzerinden gerçekleştirildi. Tüm bu uygulamalar sürerken MEB, salgının seyrine bağlı olarak yüz yüze eğitime geçilebileceğine dair ilk günlerden demeçler vermişti.
Salgın krizi boyunca lise ve ilkokullarda EBA platformuna erişim sorunundan müfredat içeriğine uzanan bir dizi sorun hakim sınıf temsilcilerinin “başarı” demeçlerine karşın teşhir olmuş ve buna gösterilen tepkiler “Z Kuşağı” tartışmalarını da beraberinde getirdi. Tüm bu tartışmalar sürerken Eğitim Bakanı Ziya Selçuk yaptığı açıklama ile koronavirüs (Covid-19) salgını nedeniyle ara verilen yüz yüze sınavların Mart ayı itibariyle başlayacağını duyurdu. Açıklamanın hemen sonrasında bakana tepkiler yoğunlaşırken Twitter üzerinden yaptığı açıklamada “Sevgili gençler emin olun sesinizi duyuyorum ve paylaşımlarınızı okuyorum. Biz salgın döneminde kararlarımızı, eğitimcilerle ve hekimlerle birlikte oluşturuyoruz. Salgının seyrini günlük izliyoruz. Neyin riskli, neyin gerekli olduğu konusunda verilere dayalı olarak ortak görüş geliştiriyoruz. Bu görüşmeler neticesinde, köy okullarımız ve ana okullarımız yüz yüze eğitime çoktan başladı” ifadelerini kullandı. Ancak bakanın bu ifadeleri özellikle lise gençliği için yeterli olmadı. Çünkü yüz yüze sınavların yapılacağı okullarda yeterli önlemler alınmamış ve sınava girecek hocalar da dahil öğrenciler aşılanmamıştı. 1 Mart günü R.T Erdoğan yaptığı açıklamayla, düşük ve orta riskli şehirlerde örgün eğitimin başlayacağını, riskli ve yüksek riskli şehirlerde ise yüz yüze sınavların gerçekleşeceğini duyurdu. Salgını hafif geçiren ancak taşıyıcı olarak en risk oluşturan yaş grubunda olan liseliler bu aşamada yüz yüze sınavların olmasına karşı seslerini başta sosyal medya olmak üzere değişik medya mecralarında gösterdiler.
“ZİYASIZ”, SINAVSIZ EĞİTİM!
Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’un “Sınavlarınızda bugün yapılacak bir erteleme yakın zamanda çalışma yükünüzü daha fazla artıracaktır. Bizim de durumunuzu tespit edip ihtiyaçlarınıza uygun destekleme programları tasarlamamızı engelleyecektir. Gelecek yıllara sorun biriktirmemek için zamanında çalışmak bu yüzden çok kritik” açıklamasına karşı liseliler, #ZiyasızSınavsızEğitim, #TurkishStudentsLivesMetter, #ZKuşağıUnutmaz gibi hastaglerde buluştular. Bu kez daha örgütlü ve organize bir şekilde tepkilerini dile getiren liseliler özellikle #TurkishStudentsLivesMetter tag’ini dünya gündeminde ilk sıraya yükselttiler. Eşitsiz, rekabetçi ve paralı eğitim sistemi ile zaten yarış atlarına döndürülen, gerici eğitim müfredatıyla egemenlerin yarınlarının güvencesi olarak dizayn edilmeye çalışılan lise gençliğinin pandemide ve yasaklarda da dinmeyen tepkilerini “Sınavlarla bizi yarıştırıyorsunuz. Yarışmak istemiyoruz. Sağlığımız, geleceğimiz için sınavda yokuz” sözleriyle ifade ettiler.
Yeterli önlemlerin alınmadığı ve salgının etkilerinin sürdüğü koşullarda liselerde yüz yüze sınavların başlamasını demokratik kitle örgütleri, meslek örgütleri ve sendikalarca da doğru bulunmuyor. Eğitim-Sen, (Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası) aşı takvimi muğlaklığını korurken, liselerde bir yandan 12. sınıflar için yüz yüze eğitime geçilmesi, diğer yandan hızla 9., 10. ve 11. sınıflarda sınavların yüz yüze yapılmaya başlanacak olmasının okul nüfusunun artmasına ve hareketlenmesine yol açacağını vurgulayarak izlenmesi gereken yol haritasını şu taleplerle belirtti: “1- Eğitim emekçilerine aşı yapılmasına gecikmeksizin bir an önce başlanmalıdır. 2- Okulların ne zaman açılacağı, aşı takvimi, telafi programlarının kapsamı ve niteliği, okul içinde salgınla mücadele ve benzeri konulardaki karar süreçlerine, eğitim bileşenlerinin ve onların demokratik örgütlerinin katılımı ile sağlanmalıdır. 3- Liselerde birinci dönem yapılamayan sınavların yapılması kararı iptal edilmeli ve bu sınavlar yüz yüze eğitime geçildiğinde mutlaka telafi programı yapılarak gerçekleştirilmelidir.”
EĞİTİM SİSTEMİNİN DURUMU VE NİTELİĞİNE KISA BİR BAKIŞ
Liseli gençliğin yüz yüze sınavlarla dile getirdiği tepkileri aslında bir bütün yap-boza dönüştürülen ve egemenlerin çıkarları doğrultusunda dizayn edilen eğitim sistemine de yönelmektedir. Halk gençliği nezdinde eğitim, erişilmez ve eşitsizken neoliberal politikalarla beraber zaten paralı olan eğitimin alabildiğine piyasalaştırıldı. AKP’li yıllarda bu politikalara hız verilmesi ile eğitim tam anlamıyla kâr ve rant alanına dönüştürülmüştür. Parası olanlar özel okullarda “nitelikli” eğitime ulaştığı ve düzen içerisinde kendine “tatlı” bir gelecek kurabildiği bir gerçeklik söz konusudur. Liseler de de 4+4’lerle uygulanan bu politikalar “dindar” nesil yaratma projesine önemli oranda su taşımaktadır. Bu süreçte rekabete dayalı sınav sistemi onlarca kez değiştirildi, müfredat alabildiğine gericileştirildi, İmam Hatip okullarının sayıları her geçen gün artırılarak öğrenciler bu okullara gitmek zorunda bırakıldı, meslek liseleri komprador kapitalizme ucuz iş gücünün rezervi haline getirildi, cinsiyetçi söylem ve uygulamalarla okullardan başlayan erkek egemen anlayış kurumsallaştırıldı, bilimsellikten uzak idealist yöntemin hakim olduğu niteliksiz ve gerici eğitim daha da derinleştirildi. Tüm bu uygulama ve politikalarla donatılan eğitim tezgahı salgınla da birleşerek halk gençliğinin geleceksizliğini daha da derinleştirdi.
Bugün “Z Kuşağı” denilerek küçümsenen, yarının sahipleri liseli gençliği kendi hakim ideolojilerinin ekletisi durumuna getiremeyen egemenler onların taleplerine kulak tıkayarak, tepkilerini görmezden gelerek şimdilik rahatladıklarını düşünüyor. Ancak bu öfke ve isyan örgütlü bir güce dönüştüğünde tehlike çanları onlar için çalmaya başlayacaktır.
SOKAĞA, EYLEME ÖZGÜRLEŞMEYE!
Gezi İsyanı’ndan sonra faşizmin sokaklardaki hak arama mücadelesine dönük özel saldırı politikaları adım adım yüzünü sokağa dönen gençliği daha sınırlı tepkilere itmişti. “Z Kuşağı” diye tabir edilen yaş kuşağı da tam da bu sürecin içesinde bilinç ve kavrayışı şekillenen bir kesime tekabül etmektedir. Bundandır ki sisteme duydukları tepki ve isyan daha çok kendisini sosyal-medya ile sınırlamaktadır. Bu yeterli midir? Elbette ki değildir. Sosyal-medya ve kitle iletişim araçları, yaşamın bir parçası, yansıması ise sosyal-medyadaki tepki de yaşamda öfkeye ve yıkıcılığa dönüşmelidir. Tüm bu yoğun politik iklimde örgütsüz, dağınık ve yönsüz bir gençlik yaratılmak istenmektedir. Alabildiğine bireycilik aşılanan, bireyin kurtuluşunun istendiği bu koşullarda hâkim olması gereken düşün, toplumsal kurtuluşu sağlatacak örgütlü bir mücadeleden geçmektedir. Egemenlerin sosyal medyaya bu denli saldırması, sanal dünyayla etkisi yayılacak olan öfke ve isyanın korkusudur. Tam da burada egemenleri korkularıyla yüzleştirmeli; sisteme tepkimizi örgütlenerek ve eyleme geçerek göstermeliyiz.