POLEMİK | Deniz Yılmaz’ın “Birleşik Devrim” Heyecanı ve Sınıf Uzlaşmacı Hülyaları

31 Ağu 2019

12 Ağustos 2019 tarihinde ETHA’da Deniz Yılmaz imzalı “Devrimciler Konuşuyor, Birleşik Devrim İlerliyor” başlıklı bir yazı yayınlandı. Yazı gençlik örgütlerinin gerçekleştirdiği Suruç anmasında polis barikatlarında dile getirilen “artık devrimciler konuşacak” sözünden hareketle “birleşik mücadele”yi gençlik cephesinden işlemiş.

D. Yılmaz, “Birleşik devrim” ve “birleşik mücadele”nin nesnel zemini, zorunluluğu ve bunun tarihsel arka planına dair kendisini ikna etmekte pek güçlük çekmediği belli olan ama ajite olmuş bir ruh halinin tüm tek yanlılığının yansıdığı bir değerlendirme ve ele alış sergilemiş. Yer yer abartılı bir coşkuyla yer yer “ayağı ayakkabıya uydurmaya çalışan” tarih okumasıyla devrimciliğin idealizmle nasıl estetikten yoksun bir dans gösterisi yapabileceğini göstermiş. Ama daha da önemlisi, devrimci iddiaya sahip hareketlerin, kadro ve militanlarının nasıl bir iddiasızlığa, sınıfsal yaklaşımdan kopuşa, kimlik kaybı ve önderleşme sorununa, birleşme ve ayrışma ilişkisinin kavranışında “liberal dünya görüşüne” mahkûm olduklarını göstermiştir.

Yazar “birleşik devrim” ve “birleşik mücadele”nin kulağa hoş gelen “tılsımlı” gücüne yaslanarak idealist bir yöntemle meseleyi temellendirmiştir.  Yazara göre, halkın faşizmden, “saray sultasından” kurtuluşunu sağlayacak şey “birleşik devrim” ve “birleşik mücadele” hattıdır. Birleşmek neden, kurtuluş ise sonuçtur. D. Yılmaz’ın bakış açısından tarih bunun bir ispatı, var olan nesnel durum ise bu ihtiyacı haykıran olgunun kendisidir. Mantığı buradan kurarak “zorlama” bir tarih okumasına girişen yazarın, Hitler ve Mussolini faşizmine karşı Komüntern’in “Faşizme Karşı Birleşik Cephe” politikasından, Çin-Vietnam-Bulgaristan-Arnavutluk devrim süreçlerinden, Yunanistan’daki direnme savaşından, Mustafa Suphi TKP’sinin inşa olma sürecinden, 1960’lardaki TİP ve Dev-Genç oluşumlarından, 1974-80 arasında yükselen mücadele ve öğrenci örgütlülüklerinden, 1996 SAG ve Ölüm orucu direnişinden vb. çıkardığı bir sonuç vardır: “Birleşik devrim” ve “birleşik mücadele.” Ama hemen belirtelim bu tarih okuması yazarın inanmak istediği şeye olan inancının sadece bir sonucu. Olabildiğince sübjektif, olabildiğince kurgu ve hayal gücü geniş bir yaklaşım… Tarih okumasındaki hatalı yaklaşım devrimin güncel ihtiyaçlarını, esaslı sorunlarını okuma ve tespit etmede de doğal olarak sürdürülmüştür.

SINIFSAL AYRIMLAR SİLİKLEŞİRKEN OPORTÜNİZM NETLEŞİYOR

Kuşkusuz ezen sınıfların siyasal rejimlerinin baskı ve sömürü politikasının aldığı biçimlere göre ezilen sınıfların ortak çıkarlarının buluştuğu cephe politikası dünya komünist ve devrimci hareketlerinin tarihsel birikimi içerisindedir. Bu durum ise öznel niyetlerle değil tarihsel-politik gelişmelerin nesnelliğinin yarattığı bir ihtiyaç olarak ortaya çıkmıştır. Örneğin yarı sömürge yarı feodal ülkelerde proletaryanın önderliğinde Halkın Devrimci Birleşik Cephesi sorunu demokratik halk devrimi için bir ihtiyaç olarak ortaya çıkmış, devrimin üç silahından (diğerleri KP ve halk ordusu) biri olmuştur. Cephe politikası var olan baskı, sömürü ve ezme politikalarına karşı politik bir güç olmayı, var olanı değiştirmeyi ve onu yok etmeyi amaçlamaktadır. Faşizm cenderesi altındaki sınıf katmanlarının siyasi özneleri, hareketleri ve partileri vardır.  Yani daha açık ifade edersek her sınıfın bu noktada kendine ait bir çıkarı, politikası ve yaklaşımı vardır. Bunun gerçekleşmesi, söz konusu birleşik güç üzerinden yaşam bulur her sınıf ya da güç belirleyici politik özne olmayı hedefler. Bu amacın dışında bir birleşme, birleştirme ve bir araya gelme “fenomeni” söz konusu olamaz. Buna dair geliştirilecek her teori sınıflı toplum yapısını, her sınıfın kendine ait çıkarları olduğu gerçeğini ve tarihin bu evresinde bu sınıfların çıkarlarını temsil eden örgütlenmeler, yapılanmalar, parti ve hareketlerin varlığını yok sayar. Hiç kuşkusuz emperyalizm, komprador kapitalizm, feodalizm ve faşizmin cenderesi altında ezilen sınıfların tümünün siyasi özneleri, hareketleri ve partileri vardır. Ve her birinin kendine ait bir ideolojisi, politikası, örgütsel yapılanması ve dünya görüşü söz konusudur. Bu gerçekliğe hâkim olmak, tüm ayrımları ve farklılıkları açığa çıkarmak ve kesin hatlarıyla ortaya koymak ise yine her sınıfın çıkarları ve hesapları doğrultusunda gerçekleşecektir. Ve yine bu ayrım noktaları, sınıfsal gerçeklikleri ortaya koyuş biçimi o hareketin sınıfsal niteliğine dair de en önemli verilerden biri olacaktır.

İşte bugün “birleşik devrim”, “birleşik mücadele ve hareket” politikası adı altında “muğlaklaştırılan”, “silikleştirilen”, “yok sayılmaya çalışılan” nesnel bir durum olan sınıfsallık meselesidir. Kutsanarak servis edilen “birleşik devrim ve mücadele”sinin, sınıfsal niteliği, kimin önderlik ettiği, hangi koşul ve şartlarda gerçekleştiği, hangi yönelim ve politikayla bunun hayat bulduğu tartışması bu bağlamda gündem dışında tutulmaktadır. “Birleşik devrim ve mücadele” olsun, halk güçleri bir şekilde bir araya gelsin de kimin önderliğinde, hangi amaç ve hedefle olursa olsun… Aslolan siyasi güçlerin birleşmesi, mücadele yürütmesi, halka bu şekilde umut olabilmesidir… Temel mantık, istek, özlem ve tutumun özeti esasta budur. Kuşkusuz devrim ve devrimci süreç devrimden yana çıkarı olan tüm sınıfların, katmanların bir araya getirilmesiyle ile mümkün olacaktır. Bu anlamda söylenen “birleşiklik” ön ekli kavramların hepsinin bir karşılığı, politik motivasyonu vardır. Politikanın değiştirici bir etki yaratması ise halk güçlerinin mücadelesinin birleştirilmesi ve örgütlü bir güç haline dönüştürülmesiyle mümkündür. Diğer yandan bu yaklaşımı ifade etmek bazen hiçbir şey söylememek anlamına gelir. Zira aslolan politikadır; bunun politikasının nasıl örüldüğü, nasıl hayata geçirildiği ile ilgilidir. D. Yılmaz da dahil oportünist ve küçük burjuva akımların bugünün sorunlarını, açmazlarını, çelişkilerini, örgütlenme ve önderlik sorunlarını tartışmaksızın, buna odaklanmaksızın “birlik, birleşme” fenomenleri suya yazılmış sloganın ötesine geçmemektedir. Devrimci romantizmin her türlü heyecanının göründüğü ancak devrime önderlik etme iddiasının bu şekilde silikleştirildiği bir fenomendir “birleşik devrim ve mücadele” politikası.

Kitlelerin ‘birleşin’ demekle birleşmediği açıktır. Birlik propagandası yaparak, birleşik devrim hedefleri konarak kitlelerin yaşadığı çelişkilerin ve sorunların üstesinden gelinemediği de açıktır. Peki bugün için tartışılması gereken yan nedir? Bu noktada sürecin temel politik karakterini doğru ortaya koymaksızın ortaya atılan “birleşme” tartışmaları ve yönelimi karşılık bulmayacaktır. Politik öznelerin iyi niyetleriyle ördüğü duvarlarla sınırlanacak ancak o duvarlar kitlelerin gerçekleri görmesinin önünde de engel durumunda olacaktır.

Peki sürecin özelliği nedir? İçinden geçtiğimiz sürecin ana özelliği; sınıfsal ayrımların önemsizleştirildiği, pragmatist politik hesapların her şey olduğu, ilkelerin önemsizleştirildiği, sınıfsal ve ulusal çelişkilerde düzeniçi çözümlerin kutsandığı, “barış içinde bir arada yaşama”nın esas hale getirildiği, bütün içi boşluğuna rağmen parlamentarizme sığınıldığı, uzlaşmaya dayalı bir tasfiyecilik sürecidir. Bu tasfiyeciliğin en çok öne çıkan yanı ise asgari düzeyde farklı sınıfların ve katmanların ortak paydaşlığının temel birleştirici yan olarak algılanmasıdır. Farklılıkların bu anlamda önemsizleştirildiği, yok sayıldığı, sınıfların kendi çıkarlarının olabileceğine dair gerçekliğin yok sayıldığı bir zeminde bulunuyoruz. Bu bağlamda bugün için en önemli ve en güven verici politika halk güçleri içindeki politik öznelerin ayrım noktalarını apaçık ortaya koymaya yönelik mücadelesi olmalıdır. Sınıfsal ayrımları, ona bağlı ideolojik ve politik ayrımları ortaya koymadan gerçekleşecek bir ittifak politikası, birleşme siyaseti hiç kuşkusuz devrimci sınıflar için hâkim olamama, rotasını kaybetme ve egemen sınıfların bir oyuncağı haline gelme sonucunu yaratacaktır. Zira bu türden belirsizliklerin, kafa karışıklıklarının güçlü olduğu nokta egemen sınıf temsilcilerinin ideolojik sızma ve yönetme kabiliyeti bakımından büyük olanaklar anlamına gelmektedir. Burjuva çizgi kendi egemenliğini hâkim kılmak için sınıflara dayalı farkı silikleştirmeyi temel amaç haline getirir. Değişim isteyen küçük burjuvazinin ve ezilen ulus burjuvazisinin temsilcileri de egemen sınıfların bu burjuva ideolojik tutumdan beslenen, ona dayanan bir sınıfsal eğilimleri ve yapıları vardır. Bu ideolojik ahbaplık ve paydaşlık ideolojik ve politik alanda yansımasını sağcı, uzlaşmacı, reformist bir çizgiyle ikame eder. Bu tablo ise hayatın ve mücadelenin gerçekliğine uzaklaşmak anlamına gelir. Verili durum proletaryanın bir çeşit kuşatılma biçimidir. Ancak sadece proletarya için geçerli değildir. Bu yaklaşım yani farklılıkların ve ayrışım noktaların belirginleştirilmesine dair donanımsız kalan halk kitlelerinin, devrimin dostları ve düşmanları meselesinde her türlü uyanıklıktan soyutlanıp uyku hapı ile sersemletilmesine yol açar. Bu sınıfların, devrimin düşmanlarına karşı kendi sınıf çıkarlarını savunma yerine sürekli paydaşlık araması, egemenlerin ideolojik manipülasyonlarından derin şekilde etkilenmesine de yol açmaktadır.

NASIL BİRLEŞME, KİMİN ÖNDERLİĞİNDE?

Devrimci ve demokratik güçler bugün “sadece birleşelim” şeklinde formüle edilecek bir ilişkilenme, ideolojik duruş ve politik pasifizm içindedir. Bu tablo hiç kuşkusuz proletaryanın devrimin öncü ve önder sınıfı olma rolünü kuşatan bir gerçeklik taşımaktadır. Önderlik rolü ve sınıflara dayalı ayrımın ideolojik-politik zorunluluğunu karartmak devrimci-komünist çizginin zayıflatılmasıyla sonuçlanır. Dünya devrim tarihinde devrim için ittifak arayışı üzerinden bu ittifakta kaldıraç rolü olan önderliği ve diğer güçlerle arasındaki farkları silikleştirmek hatalıdır. D. Yılmaz, dünya komünist ve devrimci hareketlerinin ve sınıf mücadelesinin deneyimlerine yaslanırken Marks, Lenin, Stalin, Mao, Ho Şi Ming ve İbrahim Kaypakkaya’ya kadar tüm ustaların ve komünist önderlerin en temelde “birin iki olması” yasasına sadık kalarak burjuvazi ve proletarya arasındaki sınıf mücadelesine ve nasıl bir önderlik inşa edileceğine odaklandığını unutmaktadır. Devrim meselesinde belirleyici olan öğe birliğin, birleşmenin önderliği ve niteliği sorunudur. Söz konusu birlik esasta hangi sınıfın çıkarlarına hizmet etmekte ve onun ideoloji ve politikasından beslenmektedir, temel soru budur. Birlik ve birleşme açık ve kesin bir ideolojik mücadelenin konusudur. Doğru temele dayalı birlik, birleşik mücadele sağlıklı temelde ayrım noktalarının belirlenmesine bağlıdır. Bu da ideolojik-politik mücadeleyle ilişkilidir. Buna dair hiçbir sorumluluk üstlenilmeden, sürekli birlik ve birleşik mücadele propagandası ve programı gerçeğin üstünü örten, örgütsel zayıflığı ve kitlelerin örgütsüzlüğünü kalıcı bir sorun gören idealizmdir. Ve evet “birleşik devrim, birleşik mücadele” güzellemeleri kararlı ve ısrarlı bir uzlaşmacılık şekline büründüğü gibi küçük burjuvazinin dağınıklık ve örgütsüzlüğünün bir sonucudur.

Mücadelenin güçlenmesine dair iyi niyetli bir devrimci kaygıdan beslense dahi bu tutumun ideolojik-politik olarak gerilemeyle sonuçlanması objektif bir durumdur.

Bu yaklaşım faşizmi Tayyip Erdoğan ve AKP ile sınırlayarak bugünkü ittifak güçlerini yanlış yerde arayan uzlaşmacı ve reformist politikalara kapı aralamakta, devrimcileri de bu hatta taşımaya çalışmaktadır. Devrimci güçlerin geliştirilemediği ve mücadelenin keskinleştirilemediği noktada egemen sınıf kliklerinin ideolojik etkisi daha hissedilirdir. Çünkü devrimci güçlerin kafasını karıştıracak her türlü söylem, ilişki ve el uzatma girişimi söz konusudur. Mücadele güçlerinin çizgisel düzeyde keskinleşmesi gereklidir. Muğlaklık sağcı çizginin yumuşak ve uzlaşmacı karakterinden dolayı büyümekte, faşizme karşı “birleşme” adı altında kitleler faşist ideolojinin diğer bir koluna emanet edilmektedir.

“PARLAYAN HER ŞEYİ ALTIN GÖRME” HALİ

“Birleşik devrim” savunulurken bu çizgisinin politik olarak öncü gücü olan Kürt Ulusal Hareketi’nin devletsizlik politikası, ulusal sorunun kendi kaderini tayin hakkı olmaksızın gerçekleşebileceğine dair anayasacı çizgisi göz ardı edilmektedir. Her parlayan şeyi altın sanarak Venezüella’da Bolivarcılığı, Mısır’da Hüsnü Mübarek’in devrilmesini, Donetsk’te Rusya destekli ayrışmayı devrim olarak tanımlayan büyük bir muğlaklaştırma, belirsizleştirme, sınıfsallıktan koparma yaklaşımı söz konusudur.

D. Yılmaz’ın üzerinde düşünmesi gereken temel nokta sağcılığın tipik karakteri olan “sürekli birlik” eksenine oturan “birleşiklik” tanımlarıdır. Sınıf mücadelesi gerçekliği devrimci sınıfların birleşmesini sağlayacak bir nesnelliğe sahiptir. Aslolan hem birlik hem mücadeleyi savunmaktır. Gerçek bir birlik ve önderleşme sağlamak için ayrım noktalarını belirginleştirmeye yönelik sınıf mücadelesinin yasalarına sadık kalınmalıdır. Lenin yoldaşın deyimiyle temel “yönlendirici Marksist tezler”in unutulduğu nokta, zaafların, zayıflıkların ve açmazların başladığı ve derinleştiği noktadır.

Faşist Kemalist diktatörlükle ve bugün onun dümeninde oturan AKP-Tayyip kliğiyle daha etkin mücadele zemini Marksizmin sınıfsal, ideolojik tezlerine bağlı kalarak birlik ve mücadele zemininin geliştirilmesiyle mümkündür. Bu durum kitlelerde güvensizliği değil güveni, sağlam birleşmeleri, etkili eylemleri, ortak duruşu sağlayacak ve devleti tüm mekanizmalarıyla parçalayacak, şovenizmi temel direkleriyle yok edecek rotanın bulunmasına yol açacaktır. Aksi takdirde hareketi her şey, nihai hedefi ve ilkeler hiçbir şey gören ideolojik kırılmalar kaçınılmazdır.

benzer haberler