İZLENİM | Ekilen Tohumlar Boy Veriyor
Daha önce hiç görmediğin bir yerin bu denli tanıdık gelmesi herkes için alışıldık bir şey değildir. Kayısı bahçesine vardığımızda bizden önce buralardan geçmiş yoldaşlarımızın ağırlığını ve buralardaki ayak izlerini hissetmeye başladık. Kahvaltımızı yapar yapmaz işe koyulduk. Ana’dan başka kayısı işi yapan olmadığı için hepimiz bu işte çıraktık. Ana’nın yönlendirmeleriyle çırpılacak ağaçların başına geçtik, çırpma ve kayısıları hoşaflık-gün kurusu olarak ayırma işlerini yaptık. Ana dahil hepimizde bir şaşkınlık vardı, Ana’nın bizden önceki yoldaşlarla bizi kıyaslaması an itibari ile başlamıştı, bunu hissedebiliyorduk. Yoldaşlarımızın yiğitliğinden bahsedilirken hem kabarıyorduk hem de onlara layık olma sorumluluğu hissediyorduk. Uzun zamandır emek sürecine dahil olunup bir köy çalışması gerçekleştirilmemişti. Tecrübeli kimse yoktu ama tüm yoldaşların gözünde bu işi en iyi şekilde yapma iradesi vardı. Sabah gün doğmadan uyanıp, ağaçların başına geçiyorduk. Her yoldaşın aklında bir türkü dolanıyor, herkes bir şey mırıldanıyordu. Gün dönerken çıplak dağlara bakınca güneşin kızıllığı kendini gösteriyor, “Günün İlk Işığı” parçası da aklımı kurcalamaya başlıyordu. Başka bir yoldaş “Al Sedefli Şafaklar”ı söyleyene kadar da kendi kendime söylemeye devam ettim. “Al Sedefli Şafaklar” köy çalışmamızın ezgisi oldu. ‘’Gece güne çevrilir/Gün zafere evrilir/Al sedefli şafakla doğar dağlarda’’ Ana’nın elinden, bahçesinden geçen onlarca yoldaşımız var. Kayısı bahçesinin topraklarını adımlayanlar, dağların yollarını adımlamaya devam ettiler, şehit düştüler. Bu iradeye sahip olan yoldaşlarımızın kayısı bahçesinde devrimcilik üretmeleri de şaşılacak bir durum değildi. Ana’nın bazen ismimizi karıştırıp yoldaşlarımızın adıyla seslenmesi de her birimiz için gurur vericiydi. Onların proleterliğinden öğrenmek önümüzde duran görevlerden biri ve bunu çok net görebiliyorduk.
Kayısı bahçesinin traktörünü, su motorunu ve tüfeğini kullanabilmek için onları “kazanmak” gerekiyordu. Ana henüz bizim makineleri kullanabileceğimize ikna olmamıştı. İkinci gün ağaçların sulanması gerekiyordu, su motoru yerine manuel şekilde boruları kullanarak nasıl sulama yapacağımız anlatıldı. O işlem zaman kaybettireceği için su motorunu kullanma kararı aldık. Su motorunu 15 dakika kurcaladıktan sonra çalıştırdık. Ağaçların köklerinin daha iyi sulanması için ağacın toprakla buluştuğu yere yarım ay şekilde gölek adı verilen bir boşluk açılıyor, su bu göleğin içine doluyor. Sulama işi 1 gün boyunca sürüyor, o sırada da henüz sulanmamış ağaçlardan kayısı çırpmaya devam ediyoruz. Tabi henüz traktörü kullanmadığımız için kayısıları kasalarda eve kadar taşıyoruz. Su motoru, traktör kullanmamızın önünü açamadı. Ama üretim araçlarını kullanmamız için bir gedik açmış oldu. Köylü kökenli bir yoldaşımızın traktör kullanmayı bilmesi Ana’yı ikna etmek için yeterli olmasa da başka bir köylünün traktörü kullanmayı göstermesi ve yoldaşın hemen kullanabilmesi artık traktörü de elimize almamızı sağladı. Traktörün arkasına bağladığımız aleti ağacın dallarına takarak çırpma işlemini gerçekleştirip kalan kayısıları da değneklerle indirdik. Traktör, kayısı toplama işinde hem zaman hem de iş gücünden kâr elde etmemizi sağladı. Zaman kazanmamız da her yoldaşın üretimin her sürecini deneyimlemesinin yolunu açtı diyebiliriz. Kadın erkek bütün yoldaşlar ağaca çıktı. Amacımız kapitalist üretim ilişkilerindeki gibi işçilerde üretim sürecine yabancılaşmanın önüne geçmekti. Cinsiyetler ya da bir işlemde çok başarılı olmak belirleyici olmadı, herkes her işi en iyi şekilde yapmaya çalıştı ve son günlerde “pıtlatma” işindeki hızımız da bu pratiğimizin önemini kavramımızı sağladı. Kayısı işinde günleri önceden planlamak mümkün olmuyor. Her sabah Ana bizden yarım saat önce kalkıp indirilecek ağaçları seçiyor, biz de kalkıp ağaçları indiriyoruz ve ayırma işlemleri de kayısıların türlerine göre değişiyor. Birkaç gün içinde ağaçların türlerini ve kayısıların hangi haldeyken olgun olduğunu öğrenip indireceğimiz ağaçları da biz seçmeye başladık. Erken bir saatte indirdiğimiz ağacın dibinde kasalama işlemini yaparken bir köylü selam vererek yanımıza yaklaştı. Açık açık kimliğimizi söylemediğimiz halde bizim kim olduğumuzu anlamış olacak ki Muharrem Yiğitsoy yoldaştan bahsetmeye başladı. Yoldaşın, Malatya’da muhabirlik yaptığı dönemde köylünün, üretimin sorunlarıyla ilgilendiğini ve röportaj yaptığını anlattı. Muharrem yoldaşın ve diğer yoldaşların ektiği tohumlar, hala bu topraklarda köklerine sıkı sıkı bağlı. Muharrem yoldaş 20 yıl sonra bile öğretmeye devam ediyor.
Bir yoldaşın traktör kullanmasıyla başlayan köy çalışmamızın sonunda beş kişi traktör kullanabiliyordu, tabi geliştirilmesi lazım. Zaman yetmediği için diğer yoldaşlar öğrenemedi. Traktör kullanmayı öğrenme sürecinde sadece bir çürük ağaç dalı kırıldı, sanırım bu başarı tablosu olabilir. Üvezlerin ve arıların bize karşı açtığı savaşta ağır yenilgilerimiz oldu. Bir yoldaş 2 gün boyunca üretime katılamadı, bir yoldaş aşırı arı sokmasından dolayı acillik oldu ve diğer yoldaşlarda da arı soktuktan sonraki bir saatte üretimden kopukluklar yaşandı. Köylülerin dediğine göre arıların en yoğun olduğu yılmış. Trakya bölgesinden aldığımız önerilerle; pet şişenin yarısına kadar su doldurup, şişenin ağzına ve içine reçel, pekmez sürerek tuzak hazırladık, çalışma noktalarımıza yerleştirdik. Bu tuzak bizi rahatlattı. Bir yoldaşı da akrep sokmasıyla beraber “Biz onların yaşam alanındayız” diye başlayan cümlelerim de çok hızlı bir şekilde değişti. Kirpilerin Ana’nın bostanındaki pancarları düzlemesi kirpi seslerine duyarlı hale getirdi. Kirpi yürüyüşü sesi rahatlatıcı olsa da pancarları yiyecek düşüncesiyle ışık tutarak kaçırıyorduk. Birkaç gün sonra köylülerin bahçesinde kayısı kalmayınca bizim kayısılara göz koyan domuzlar da evimizin önünden sürü halinde geçmeye başladı. Bu tehdit her köylüyü korkutur. Biz de ürünlerimiz korumak için domuzları bahçeye sokmamak gerektiği konusunda hemfikirdik. Kurumaya bıraktığımız kayısıların üstüne ışıklandırma yaptık, bu domuzların oraya girmesini imkansız hale getiriyor. Ama ağaçlar var, dibinde dökülen kayısılar var. Onları da korumak lazım, herkesin aklından tüfek geçiyordu. Artık Ana’nın bize güveni tamdı ve tüfeği aldık. Biz tüfeği aldıktan sonra bir iki kere domuz geldi ama biz uyarı atışı yapana kadar gitmişlerdi. Hepimiz yan yana balkonda uyuyarak domuz seslerini dinliyorduk. Yoldaşlarla aynı gökyüzüne bakıyorduk, böyle uyumak çok güzeldi. Ayrılırken Analarımızın arkamızdan döktükleri su, bizden sonraki yoldaşların adımlayacakları yolu temizleyecektir.
Üstümüzde şehit düşen yoldaşlarımızın, tutsak yoldaşlarımızın şalvarları ve gömlekleriyle; sulamasından, tezek atmasına, odun kırmasından, bahçenin sürülmesine, kayısının her işlemine hakim olarak yaptığımız köy çalışmasını geriliklerimizi kavrayarak; öğrenerek ve öğreterek, birikim sağlayarak bir adım ileriyle atılarak gerçekleştirdik. Onlar ayağa kalmakla kalmayıp koşanlardandı. Koşanların yarattığı değerleri ezdirmeden adımlayacak çok yolumuz var.
Bir YDG Okuru