Gençlik Üzerindeki Hakim Sınıf İdeolojisine Karşı Mücadele Edelim!
İçinden geçtiğimiz süreç emperyalist-kapitalist sistemin dünyanın dört bir tarafını ahtapot gibi sardığı, büyük oranda toplumun her hücresine sızdığı dolayısı ile kitleler üzerinde ideolojik etkinliğinin geçmişe nazaran daha kuvvetli olduğu bir dönemdir. Burjuvazi, tarihsel deneyimlerden esas alarak etkisini ve sömürüsünü sorunsuz sürdürmesinin yolunun kitlelerin bilincini bulandırarak onların “rıza”sını üretmenin, bilincin bulandırılmasının yolunun ideolojik bombardımandan geçtiğinin farkındadır. Tam da bunun için özellikle sosyal-emperyalist rejimlerin yıkılmalarının ardından 90’lı yıllarla birlikte, emperyalist-kapitalist sistem pervasızca ideolojik saldırganlığını arttırmıştır. Her türlü araç ve yöntemle, her yerde kitlelerin bilincini dumura uğratarak, onu bireyci ve çıkarcı bir tüketim “manyağı” haline getirerek apolitikleştirmektedir. Emperyalist-kapitalist sistemin temel amacı ezilen sınıfların kendiliğinden olan sınıfsal bilincini bozarak burjuvaziye hizmet edecek şekilde yeniden tanımlamak ve proletaryaya empoze etmektir.
Elbette bu devasa ideolojik saldırıların kitleler üzerinde çok yönlü ve derin etkileri oluyor. Bir şeye karşı mücadele ediyorsak önce onun gerçekliğini olduğu gibi kabul etmemiz gerekir. Bugün toplumlarda ileri derecede bir yozlaşmadan ve yabancılaşmadan bahsediyorsak bunun sebebi tam da kitlelerin bu saldırılar karşısında sersemlemeleridir. Zaten biliyoruz ki “… Egemen sınıfın düşünceleri, bütün çağlarda egemen düşüncelerdir.” (Marks, Engels, Alman İdeolojisi, s.75) Üretim ilişkileri itibariyle fiziksel üretim araçlarına sahip olan sınıfın aynı zamanda zihinsel üretim araçlarına da sahip olması egemen sınıfın düşüncelerini, o alandaki hakimiyetini her gün, her an yeniden üretir. Bu günümüze özgü bir durum değil sınıflı toplumların bir gerçeğidir. Günümüze özgü olan şey, sistemin niceliksel boyutunun devasa genişlemesiyle elindeki ideolojik hakimiyet sağlayan araçlarının artmasıdır. Tüm bu ideolojik saldırıların devrimci mücadeleyi, ezilen sınıfların direnişini bitiremediğini hemen not edelim. Tersine sistemin niceliksel genişlemesi aynı zamanda ezilenler ile egemenler arasındaki ilişkiyi keskinleştirdiğinden direniş ve mücadeleler dünyanın dört bir yanında sürebilmektedir. Yine de dediğimiz gibi bu durum kitlelerde özellikle de gençlerde burjuva ideolojisinin yarattığı tahribatın güçlü olmadığı yanılgısına düşürmemelidir.
Gençlik kesimleri nasıl devrimci ideolojilerde etkinlenmeye en açık kesimse, tersten burjuva ideolojisinde de etkinlenmeye en açık kesimdir. Öyle ki “dinamik”, “cesur”, “isyankar” vb. tanımlamalar yapılan ve 68’den bu yana ülkemizde de tüm bu tanımlamaları hak ettiğini gösteren gençlik, bugün; yozlaşmakta, lümpen bir yaşam tarzını sürdürmektedir. Bunda faşist ablukanın, baskıların güçlü bir payı olduğu gerçekliğini gözardı etmesek de esasta bu gençlik tipi burjuva ideolojisinin, gençlik üzerindeki hakimiyetinin sonucudur. Biliyoruz ki gençliğin bu durumu kalıcı değil dönemseldir. O tanımladığımız dinamik asi gençlik Gezi’de de gördüğümüz üzere bir yere kaybolmamıştır. Bize düşen görev gençliğin bu durumuna ayna tutarak, ideolojik-politik mücadeleyle gençliğin var olan potansiyelini açığa çıkarmaktır.
Ancak bu görevimizi zorlaştıran ve daha da tehlikeli bir durumu yaratan, devrim saflarında bulunan gençlerin de bu ideolojik tahribattan etkilenme boyutudur. Biliyoruz ki her dönemde devrimci saflara katılan gençlik, nesnel olarak beraberinde sistemin “kültürünü” getirir. Öyle ki halk gençliğine benzer bir şekilde genç devrimci ve komünistlere de atıllık, ürkeklik, tembellik vb. hastalıklar bulaşmıştır.
Fiziki ve ideolojik kuşatmanın egemenlerce bu kadar sıkılaştırıldığı bir dönemde, devrimci kalmakta, olmakta zordur. Bu irade tek başına yeterli değildir. Burjuva ideolojisinin yarattığı tahribat ve etkilerine karşı sürekli mücadele etmek şarttır. Zira unutmayalım ki bu tahribat yalnız biz genç komünist ve devrimcileri değil, kolektifimizin gelişimini de köstekleyen faktörlerdendir. Oysa gelişimin sürekli olmasının gerekliliği dolayısıyla da ideolojik mücadelelerin de sürekli olması gerektiğini kavramaktan uzak, sorunları ile barışık hatta sorunlarını, zaaflarını bir “madalya”(!) gibi göğsünde taşımayı marifet sanan, liberalize olmuş bir gençlik tipi bugün karşımızda duruyor. Bu gençlik ondaki “sorunlu” devrimcilikle barışıktır ki yalnız kendisinin zaaflarıyla da değil yoldaşlarının, kolektifinin, bir bütün devrim cephesinin zaaflarıyla da barışıktır. Bu durum, siyasi vizyonsuzluk ve ufuk darlığından kaynaklandığı gibi esasta mücadelenin zorluklarından korkan, kof bir “huzur” arayan, liberalizmin devrimci saflardaki zehirli etkisinin bir ürünüdür. Siyasi iddiasızlığı beraberinde getiren bu liberal etki, hizip sürecinde de acı bir şekilde deneyimlediğimiz üzere gözümüzü kapattığımız sorunların ileride daha da büyüyerek yıkıcı bir hale gelip karşımıza çıkmasına sebep olmaktadır.
Her genç komünist, devrimci, öncelikle burjuva ideolojisi etkisine karşı mücadelenin sürekli olması gerektiğini, liberalize ortamdan etkilenmemenin tek yolunun sağlam ve sürekli bir ideolojik gelişim olduğunu kavramalıdır. Bir devrimcinin bünyesinde kendisini sürekli yeniden üreten -farklı şekillerde- burjuva zaaflar vardır çünkü bizzat burjuvazinin hakim olduğu bir sistem içinde yürüyoruz. Biz süreklileşmiş ve kararlı bir biçimde bu yanımızla yani “içimizdeki burjuvayla” mücadele etmezsek liberalizmin etkisinde zaaflarımızla barışık kalırsak devrimciliğimizi geliştirebilmemiz bir yana, uzun vadede devrimci kalabilmemiz bile imkansızlaşır. Zira çelişkinin iki yönünden biri güçlenirken öteki taraf durağanlaşırsa hakim hale gelecek olan yön güçlenen yön olur ki bu yönümüz “burjuva yönümüzse”, bunun sonucu devrimcilikten kopmak tekrardan sistem içine yuvarlanmak olur. Özcesi devrimci kalabilmek için devrimci tarafımızı sürekli geliştirmek, “burjuva yönümüze” ve onun görüngeleri olan zaaflarımıza sürekli savaş açmamız şarttır ki bu da sürekli gelişim demek olacaktır. Evet gelişimimiz sürekli düz bir çizgiyle ilerlemeyecek inişleri çıkışları olacaktır ancak sürekli olması şarttır.
Gençlik bugün burjuva ideolojisinin zehirli etkisiyle içinde bulunduğu “yarı-felçli” hale isyan etmeli ve bu isyanla zaaflarımıza savaş açarak gelişmeli aynı zamanda da kolektifimizi ve bir bütün devrimciliği geliştirmeliyiz. 40 yılı aşkın bir süredir devrim kervanının yürümesinde pay sahibi olan komünist gençlik yine misyonunu üstlenmelidir. Örnek almamız gereken genç devrimci komünistler genç yaşlarında yıldızlaşan yoldaşlarımızdır. Onlar ki sistemin tüm zapturapt girişimlerini delerek, sistemle tüm bağlarını koparmış ve egemen sınıfları hem düşünsel hem fikirsel anlamda cepheden karşısına alma cüretini göstermiştir. Kuşkusuz bu cüret ancak her türlü zaafa karşı amansız mücadelenin sonucu olabilir. Onlardan öğrenelim!