Faşist Saldırıların Odağı: İstanbul Üniversitesi
Geçtiğimiz ocak ayından beri İstanbul Üniversitesinde devrimci, yurtsever, demokratik öğrencilere yönelik faşist saldırılar gerçekleşmektedir. Sivil polis, Özel Güvenlik Birimlerinin (ÖGB) desteği ve sunduğu olanaklarla, maşa olarak ülkücü çetelerin öne sürülmesiyle gerçekleşen bu saldırılar geçmişte olduğu gibi bugün de aslında devrimci, yurtsever örgütlenmeleri engellemek içindir ve bu nedenle özel olarak devrimcilere ve yurtseverlere dönüktür. Geçmiş süreçte dönem dönem, özellikle vize ve final dönemlerinde gerçekleşen pusu atma şeklindeki saldırılar bugünlerde sürekli saldırılara dönüşmüştür. Açıklamalarda “bitti bitecek olan terör örgütlerine” bugün üniversitelerde artık hiçbir şekilde geçit vermeyeceklerini söylemektedirler.
Halkın ileri, örgütlü kesimlerine yönelik devlet politikalarından ayrı değerlendirilemeyecek olan bu saldırılar, “bitirdik ve geçit vermeyeceğiz” naraları ve çizdikleri “güçlü, örgütlü, hâkim” profil esasta devrimcilerin ve yurtsever Kürtlerin zayıf örgütlülüğünden kaynaklanmaktadır. Örgütlülüğün güçlü olduğu zamanlarda faşist güruhun bu kadar açık, rahat bir biçimde ortada cirit atamadıklarını biliyoruz. Hem ülke genelinde hem de özelde üniversitelerdeki faşist baskı ve saldırılara karşı örgütlü bir güç yaratmaksızın bu saldırıların azalacağını beklemek nafile bir beklenti olacaktır. Bir kez daha görülmektedir ki devrimci ve demokratik mücadele, dolayısıyla örgütlenme sadece kazanımlar sağlamak için değil, aynı zamanda “korunmak” için de gereklidir.
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİNDE YOĞUN SALDIRILAR
Pandemi sürecinde kampüslerdeki boşluğu fırsat bilen üniversite yönetimleri yasakların kalkması ve üniversitelerin açılmasıyla birlikte sivil polis, ÖGB ve faşist çetelerin kuşatmasıyla en başından devrimcilere ve yurtseverlere nefes aldırmayacaklarını birçok pratikte göstermişlerdir. Bu baskı ve saldırıların her üniversitede aynı düzeyde olmadığını söylemeliyiz. Uzun bir devrimci geçmişe ve direniş geleneğine sahip olan üniversitelerde Ülkü Ocakları gibi faşist örgütlenmelere daha çok alan açılmakta ve bu üniversitelerde devlet, neredeyse her devrimcinin ve yurtseverin peşine bir sivil polis takacak kadar güç aktarmaktadır. İstanbul Üniversitesi de bu üniversitelerden bir tanesidir ve hatta en önde gelenidir. Dolayısıyla meseleyi bu şekilde ele aldığımızda ve devrimcilerin, yurtseverlerin yetersiz örgütlülükleri hesaba katıldığında saldırıların boyutunun her geçen gün artması anlaşılır olmaktadır ki saldırıların büyüyerek artacağı öngörülmez bir şey olarak durmamaktadır.
SON SÜREÇTEKİ SALDIRILAR
Pandemi sonrası üniversitelerin açılmasıyla birlikte İstanbul Üniversitesinde bugüne kadar birçok faşist saldırı gerçekleşmesine rağmen bunların hemen hemen hepsi iki tarafın birbirine karşı sloganlar atması, bireysel atışmalar biçiminde yani iki tarafın, fiziksel olmayan kavgaları biçiminde gerçekleşti. Tabii ki ÖGB ve çevik kuvvetin devrimci, demokratik, yurtsever öğrencilere yönelik müdahalelerini saymazsak!
Geçtiğimiz günlerde İletişim Fakültesinde Ülkü Ocaklarından 20 kişilik faşist güruh 6 kişiye saldırdı. Üniversitelerde devrimci, yurtseverlerin okumalarına izin vermeyeceklerini ve devrimciler, yurtseverler fakültelerde var olmaya devam ettikçe bu saldırılara devam edeceklerini söylemektedirler. Bu saldırılar refleksif, bilinçsiz gerçekleştirilen olaylar değillerdir. Bu saldırılar bulduğu her fırsatta her alanda komünistlere, devrimcilere, yurtseverlere, demokratlara azgınca ve topyekûn saldıran devletin üniversitelerdeki politikasıdır. Devlet toplum içerisinde ülkücülerin, tarikat ve cemaatlerin örgütlenmelerine ve silahlanmalarına nasıl ki olanak sağlıyorsa bu aynı kesimlerin üniversitelerde var olmasına ve ne olursa olsun varlıklarını korumaya önem vermektedir. Buradaki temel amaçları geniş öğrenci kitlesini hak arayışında pasifize etmek ve hak arayışında öncü rolü oynayan ilerici kesimleri terörize etmek, baskı altında tutmak ve onların üniversitelerde var olmalarını engellemektir. Bu amaçla üniversite yönetimleri baştan aşağıya devletin politikalarına uyumlu insanlarla donatılmıştır. Bu saldırgan politikaya uyum göstermeyen, temel haklara ve bunlar için mücadeleye karşı olmayan, bu anlamda “yönetmeye” uygun görülmeyen yönetici öğretim üyelerinin yerine yakın geçmişte arka arkaya kayyumlar atanmasındaki asıl neden de budur. Örneğin üniversite öğrencilerini “temsil” ettiği söylenen öğrenci konseylerinde yoğun olarak faşistler bulunmaktadır. 6 kişiye saldıranlar arasında ve daha önceki faşist saldırılarda öğrenci konseyi başkan yardımcısı faşist Kürşat Mücahit Topçugil yer almıştır. Çıkan bütün kavgalarda sivil polislerin ülkücüleri engellememesi, saldırıya uğradıkları zaman karşı koydukları için devrimcilerin, yurtseverlerin şiddet görmesi ve soruşturmalarla yıldırılmaya çalışılması, saldırıların hepsini kendilerinin gerçekleştirmesine rağmen açıktan örgütlenebilmeleri ve yönetimde yer almaları üniversite yönetiminin faşist çeteler ve sivil polisle beraber hareket ettiklerinin açık göstergesidir. Faşist Kürşat Mücahit Topçugil’in öğrencilere yönelik bu saldırılarda yer almasından dolayı öğrenci konseyi başkan yardımcılığından düşürülmesi için dilekçe kampanyası başlatılmıştır. Dilekçeleri teslim etmek için rektörlüğe gidenleri çevik kuvvet karşılamış ve etraflarını sararak engelleme girişiminde bulunmuştur. Bütün bunlar üniversite yönetimlerinin, özel olarak İstanbul Üniversitesi yönetiminin, sivil polislerin ve ÖGB’lerin saldırgan ülkücü çetelerle nasıl iş birliği halinde olduklarını tanıtlamaktadır. Devletin halkın ileri kesimlerine yönelik saldırılarının direkt yansıması olan üniversitedeki bu saldırılar devletin halkı baskılamaya ve sindirmeye yönelik faşist politikalarının bir “ön gösterimi”, “nabız yoklaması” olarak da görülebilir. Egemenlerin hâkimiyetlerini kaybettikleri, siyasal ve ekonomik krizin boyutlanarak büyüdüğü günümüz koşullarında egemenler bu seçim sürecinde güçlü görünebilmek adına toplumun bütün kesimlerine saldırırken gençlik de devletin faşist saldırılarından azade olmamaktadır.
FAŞİZME KARŞI BİRLEŞ
Bütün dünyada ve tabii özel olarak Türkiye’de de faşizme karşı verilen savaşın en önemli yerlerinden bir tanesi üniversiteler olmuştur. Bundan dolayı üniversitelerde devlet her zaman özel politikalara gereksinim duymuştur. Faşist çete örgütlenmelerine alan açmak bu gereksinimin bir ürünüdür. Bu çetelerin kalabalık biçimde ilerici öğrencilere pusu atmaları, kadın öğrencilere tecavüz tehdidinde bulunmaları, demir sopalarla, kesici aletlerle saldırmaları ve geçtiğimiz günlerde gerçekleşen 20 kişilik güruhun 6 kişiye fiziksel olarak saldırmaları ilerici kesimleri yıldırmaya ve üniversitelerden uzaklaştırmaya yönelik faşist politikalarını göstermektedir. Başta ortaya koyduğumuz üzere bütün bu saldırılar komünistlerin, devrimcilerin ve yurtsever Kürtlerin faşizme karşı yeterince örgütlü olamamalarından kaynaklanmaktadır. Bu somut saldırılar karşısında sözünü ettiğimiz bu zayıflık bir kenara bu saldırılar karşısında gençlik örgütlerinin dayanışmalarının ve bu saldırılara karşı koyuşlarının etkili oldukları söylenemez. Faşizmin alabildiğine tehditkâr, saldırgan tutumu karşısında gençlik örgütlerinin bir araya gelip forum (kitap okuma, tiyatro), kulüp çalışmaları, basın açıklamaları düzenlemeleri değerliyken bunların çözüm noktasında yetersiz kalacağı ve hatta kaldığı açıktır. Çünkü bariz olan şey faşistlerin tehditlerinin ve saldırıların aleni olmasıdır. Aleni saldırı kavramının bu süreci kavramakta anahtar olduğunu düşünüyoruz. Tehditleri, saldırıları gizleyerek değil açıktan gerçekleştirmeleri deşifre olmaktan çekinmediklerini, ifşa edilmelerinin, suçüstü yakalanmalarının gerçek bir engelleyici unsur olamayacağını göstermektedir. Daha etkili, sürekli ve güçlü karşı koyuşlar örgütlemek, bir devlet politikasıyla ancak bir kitle tavrına dönüşecek eylemlerle baş edilebileceğini görmek gerekir. Faşizm esas olarak kampüslerde, meydanlarla ve kitlelerin desteklediği pratiklerle yenilgiye uğratılabilecektir. Bizi üniversitelerde barındırmayacaklarını ilan edenlere üniversiteleri dar etmeden, bize şiddet uygulayanlara karşı devrimci şiddeti kullanmadan faşizm en nihayetinde geriletilemeyecektir. Büsbütün faşist saldırıların odağı olan gençlik örgütleri ancak hesap sorma bilinciyle hareket ederek faşist örgütlenmeleri kampüslerden uzaklaştırabilecektir.
FAŞİZME KARŞI ÖRGÜTLÜ MÜCADELE
“Faşizme karşı birleşmeyenler, faşizmin zindanlarında buluşurlar.” diyordu Brecht. Devletin kendisinde somutlaşan faşizm baştan aşağıya örgütlü bir mekanizmayken, bu mekanizma ancak karşıtı olan komünistlerin, devrimcilerin, ilericilerin örgütlülüğüyle ve dayanışma içinde mücadeleleriyle yıkılacaktır.
Devlet mekanizmasının her aygıtını bütün içerisindeki parçalar olarak görmeli ve sisteme karşı bu bakış açısıyla örgütlenmeliyiz. Üniversiteler devletin “sürekliliğinin” en önemli araçlarındandır. Aynı zamanda üniversiteler Türkiye devrim tarihinin en yılmaz devrimcilerinin, komünistlerinin yetiştiği yerlerdir. Devletin de bunun pekâlâ farkında olduğu aldığı önlemlerden bellidir. Öyleyse üniversitelerdeki faşist örgütlenmelere ve her türden gericiliğe karşı devrimci bir çizgide dayanışmaya, birlikte hareket etmeye, eylemde tutarlı davranarak geniş öğrenci kesimlere güven vermeye duyulan gereksinime yanıt vermek için harekete geçelim. Yeni Demokratik Devrim perspektifiyle özerk-demokratik üniversite mücadelemizi büyütmek için bu gereksinime yanıtın bir parçası olacağız. Geleceği kazanmak için Yeni Demokrat Gençlik saflarındaki örgütlenmemizi bugün çetelere karşı güven veren ve öğrencilerin doğal ve hatta zorunlu hakları için mücadelelerini her şeye rağmen savunarak geliştirmek amacında olacağız…