Egemenlerin “Z” Kuşağıyla İmtihanı; Kim Bu “Z” Kuşağı?
Geçtiğimiz günlerde Erdoğan’ın “Gençlerle Video Konferans Buluşması” adlı YouTube yayınında gençlerin ‘oy moy yok’ şeklinde gönderdikleri mesajlar sonrası Erdoğan’ın yayını yorumlara kapatılmıştı. Yayın yorumlarının kapatılmasının ardından gençler dislike (beğenmeme) atarak tepkilerini göstermeye devam ettiler. YouTube’da başlayan tepkiler diğer sosyal medya platformlarına sıçrayarak bir anda gündem oldu. Yayın esnasında sosyal medya kullanımına dikkat çeken Erdoğan’ın “Biz de çok etkin kullanıyoruz. Twitter’da en çok takipçiye sahip olan benim” şeklinde konuşmasının üstünden birkaç gün geçtikten sonra gelen tepkilere ise ‘kayıtsız’ kalamadı. Sosyal medya alanlarına düzenleme getirileceğini ve hatta bu alanların kapatılacağını açıkladı. Sosyal medya kullanımına dair tartışmalar bir yana dursun gençlerin tepkilerini göstermesi ve ardından hemen yasaklama rüzgârının esmesi, sosyal medya üzerindeki sanal eylemin etki boyutunu bizlere gösteriyor. Bu gündemlerin hemen ardından sosyal medyayı en yaygın kullanan yaş aralığındaki gençler; son zamanlarda popüler olan deyimle “Z kuşağı gençler” tartışılmaya başladı. Peki nedir bu Z kuşağı tanımı ve bu kuşak kimlerdir?
X, Y, Z kuşağı gibi tanımlamalar, belirli yıllarda doğan insanların içerisinde bulunduğu politik, ekonomik, teknolojik, toplumsal olaylardan nasıl etkilendiği ve bu etkilerin yaşamlarına nasıl yön verdiğine dair yapılan araştırmalardan yola çıkıyor. Aslında bu araştırmalar bilimsellikten ziyade çoğunluğu anket şirketleri aracılığıyla hazırlanan ve dönemin insanlarına dair egemenlerin politikalarına kaynak ve veri oluşturma amacını taşıyor. Z diye bahsedilen kuşağa dair yapılan anket ve araştırmalar bazı kalıplar içerisinde betimlenmekte ve henüz yenidir. Bu kuşağın en çok belirtilen özelliği ise teknolojik ilerlemenin en yoğun yaşandığı ve geliştiği dönem içerisinde doğmaları ve ‘sanal bir dünya’ içerisinde ‘etkin’ yaşamaları üzerinedir. 2000 sonrasında hızla gelişen iletişim araçları akıllı telefon, bilgisayar, tablet gibi bireysel kullanımı kolaylaştıran, rahatlıkla taşınılabilir aygıtlara dönüştü. Bu iletişim araçlarıyla birlikte ‘yeni medya’ diye adlandırılan sosyal medya platformlarının hızlı inşası gerçekleşti. İletişim artık bu kanalların yaygın bir biçimde kullanılması ile devam etti. Tam da bu yaygın kullanım ve dijital haberleşme içerisinde doğup büyüyen gençlerin kendilerini bu platformlar içerisinde var ettikleri bir durum ortaya çıktı.
‘TWEETLİYORUM ÖYLEYSE VARIM’
Elbette gelişen teknolojik ilerlemeyi yadsıyamayız. Her çağın teknik ilerlemelerine adapte olurken bir sonrakine adapte sürecine de evrilmekteyiz. Kâğıdın icadından sonra bilginin ilerleyişine ve 21.yy’da akıllı telefonlara ulaşan bir iletişim teknolojisinin içerisindeyiz. “Yeni iletişim araçları içerisinde doğup gelişme” durumu ve düşün dünyasına yön veren sanal dünya bir gerçektir. Ancak tek ve esas gerçek değildir. Burada ayrı bir parantez açarak düşün dünyasına etki eden her şeyin sınıf mücadelesinin, politik siyasi iklim ve yaşanan toplumsal olayların dışında olmadığını vurgulayalım. Bu yönüyle sosyal medya içerisinde tartışılan her şeyin yani ‘sanal’ olanın gerçek ile bağı oldukça kuvvetlidir. 21. yy’da doğan gençlerin düşün dünyası, emperyalist-kapitalist sistemin ilişkilerinden bağımsız değildir. Söz konusu gençler, bu sistemin en fazla asalaklaştığı ve toplum üzerinden yoğun bir ideolojik-kültürel hegemonya kurduğu dönem içerisinde doğan ve düşünceleri şekillenen gençlerdir. 2000 ve sonrasında sistemin yaşadığı krizler sisteme karşı güvensiz, sistemden beklentileri olmayan bir ‘kuşağı’ doğurmuştur. Bu çelişkiler ve yoğun politize ortam içerisinde gelişen ve büyüyen gençler aynı zamanda ideolojik saldırılar içerisinde de kalarak bir bütün olarak “her şeye karşı” ve her fikre kapalı bir hale gelmiştir. Teorik, siyasi tartışmalardan ziyade toplumsal olaylar karşısında hızlıca tepki gösteren ve bununla birlikte talepleri olan bir kitle oluşmuştur.
Söz konusu kuşağa dönük en büyük eleştirilerden biri ‘saygısız’, yaşanan olaylara karşı ‘alaycı’ olmaları ve üsluplarının ‘örf ve adetlere’ uygun olmadığı yönündedir. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi bu kuşak gençlerinin sanal bir dünya içerisinde yaşadıkları belirtilse de dünyada yaşanan olaylardan kopuk ya da tepkisiz değildirler. Yaşadıkları sistemin bir gelecek sunmamasına baskıcı, yasakçı, ırkçı vb. birçok olayda aktif tepki göstermeleri, “Z” kuşağı olarak tarif edilen gençlerin sisteme karşı tepkilerinin de ifadesidir. Sistemi, yerleşik uygulama ve kültürleri ele alış biçimleri, bunlara dair değerlendirmeleri özellikle egemenler tarafından bu nedenle ‘alaycı’ ve ‘saygısız’ olarak tanımlanır. Sisteme karşı tepkisini ve alaycılığını buradan ele alan gençler, kolektif şekilde ‘bir tweet atarak’ sisteme karşı kendilerini ifade ederler. Bu ifade ediş toplumsal hareketle, somut eylemle bütünleştiğinde önemli sonuçlara etki edebilmektedir. Bu olmadığında ise belli sınırlara hapsolmakta hatta dizginleyici bir işlev kazanabilmektedir.
Amerika’da George Floyd’un katledilmesinin ardından sosyal medyada tepkiler büyümüş ve sokağa taşmıştı. Kitleselleşen eylemler karşısında ABD Başkanı Trump, “Twitter’ı kapatacağız” şeklinde açıklama yapmıştı. Yine ABD’de, burjuva medyanın haberleri manipüle ederek aktarması protesto edilmiş CNN binası işgal edilmişti. Burada şu gerçeklik de kendini gösteriyor ki bu gençler burjuva medyaya ve onun TV kanallarına da güvenmiyor ve tepki duyuyor. Televizyon gibi iletişim araçlarına tam hakimiyet sağlayan egemenlerin sosyal medya üzerinde tam bir hâkimiyet kuramamaları, Trump’tan Erdoğan’a “kapatırız” söylemlerinin de nedenini açıkça göstermektedir.
SANAL DÜNYAYI DEĞİL EGEMENLERİN DÜNYASINI TEMELLERİNDEN SARSALIM!
Salgın döneminde online eğitime geçilmesi, eğitim sisteminin ne kadar güvenilmez olduğunu bizlere bir kez daha gösterdi. Televizyonlar da yayınlanan niteliksiz ve gerici eğitim; internet üzerinde ise erişimin olmadığı, yetersiz kaldığı bir sistem gerçekliğini ortaya koydu. Tüm bunlar yetmezmiş gibi Erdoğan’ın talimatıyla “normalleşme” adı altında, vaka sayılarının arttığı bir süreçte liseye ve üniversiteye geçiş sınavlarının erken tarihe alınması öğrencilerin sınava çalışma koşullarını ortadan kaldırdı. Öğrenciler sağlıksız ve güvenilir olmayan koşullarda sınava girmeye zorlandılar. Eğitim sisteminden zaten bir beklentileri olmayan gençlerin tepkileri katmerlenerek öfkeyi daha da biriktirdi.
Öyle ki gençler bu öfkeyi her gün sosyal medya üzerinden yansıttı. Bugün görmekteyiz ki sosyal medyada, sanal dünyada yaşanan tüm bu olaylar biriken çelişkilerin bir sonucudur. Yaşamak adına kaygıları büyüyen gençler, geleceği olmayan bir dünya görüngüsüne tepkilerini sanal dünyada dislike butonlarıyla, Twitter’da ülkenin gündemine girerek göstermektedir. Bu yeterli midir? Elbette ki değildir. Sanal dünya, gerçek dünyanın bir parçası, yansıması ise sanal dünyadaki öfke de gerçek dünyada öfkeye ve yıkıcılığa dönüşmelidir. Tüm bu yoğun politik iklimde örgütsüz, ideolojisiz bir gençlik yaratılmak istenmektedir. Alabildiğine bireycilik aşılanan, bireyin kurtuluşunun istendiği bu koşullarda hâkim olması gereken düşün, toplumsal kurtuluşun olacağı örgütlü bir mücadeleden geçmektedir. Egemenlerin sosyal medyaya bu denli saldırması, sanal dünyayla etkisi yayılacak olan öfke ve isyanın korkusudur. Tam da burada egemenleri korkularıyla yüzleştirmeli; sisteme tepkimizi salt sanal dünyayı sarsarak değil egemenlerin dünyasını temellerinden sarsarak göstermeliyiz.