“Çürümüş Sömürü Düzenine Karşı Hep Birlikte Mücadele Etmek Zorundayız”
Pandemi krizi tüm dünyada sömürüyü artırırken okulların kapanması nedeniyle milyonlarca öğrenci eğitimin uzaktan olması nedeniyle değişik iş kollarında üretime katılmak zorunda kaldı. Zorunda diyoruz çünkü ağır yoksulluk ve sömürü koşullarında ailelerinin yükünü hafifletmek adına bu süreçte öğrenciler çoğunlukla ucuz iş gücü olarak çalıştılar. Dünya genelinde 160 milyon çocuk çalışmak zorunda. Türkiye’de son verilere göre 720 bin çocuk işçi var. Çalışan çocukların çoğunun eğitime erişimi yok ve yasa dışı çalıştırılıyor. Kayıt dışı çalışmanın yoğun olması nedeniyle sayının 720 bin üzerinde olduğu değerlendiriliyor.
Çoğu “çocuk işçi” olarak değerlendirilen öğrencilerden Nazif ile zorlu çalışma şartları, emek süreci ve sömürü üzerine röportaj yaptık. Antakya’da çalışan Nazif’in aktarımları vahşi sömürü düzeninin genç bedenler üzerinde nasıl yükseldiğinin çarpıcı bir örneği.
Merhaba Nazif, sen de pandemi sürecinde çalışmak zorunda kalan öğrencilerdensin. Bu süreçte binlerce öğrenci senin gibi ailesine maddi katkı sağlamak adına ağır işlerde ucuz iş gücü olarak çalıştı. İlk olarak bize çalışma koşulların hakkında bilgi verir misin?
Merhaba ben Nazif. 17 yaşındayım. Antakya/Samandağ doğumluyum ve burada yaşıyorum. Birçok arkadaşım gibi ben de hem okumak hem de çalışmak zorundayım. Kendimi bildim bileli de durum böyle. O yüzden ilk kaç yaşımda çalışmaya başladım hatırlamıyorum. (gülüyor) Ekonomik krizin etkilerinin tüm halk üzerinde hissedildiği bir süreçte çalışmak dışında başka seçenek kalmadı bana. Birçok arkadaşım dershaneye gidip sadece üniversite sınavına odaklanmışken ben aynı zamanda çalışmak zorundayım. Bu da benim gibi birçok öğrenci gibi ciddi bir “fırsat eşitsizliği” aslında. Biraz da çalışma koşullarımdan bahsedersek: Ben bir asansör şirketinde montaj elemanı olarak çalışıyorum. Sıfırdan asansör kurulumu yapıldığı için oldukça ağır bir iş. Şirketin oluşturduğu ekipte yeterli çalışan sayısının olmaması iş yoğunluğunu arttırıyor. Az sayıda çalışan da şirketin daha fazla kâr için tercih ettiği bir yöntem. Günde minimum 10, maksimum 12 saat çalışıyoruz. İş yoğunluğuna bağlı olarak tatil günümüz olan pazar günü de “zorunlu” mesai denilerek çalıştırılıyoruz.
Çalışma saatleri bu şekilde olunca kendimize zaman ayıramıyoruz. İş dışındaki sosyal yaşantımız da bu sebeple varla yok arasında diyebiliriz. Bu kadar yoğunluk içerisinde üniversite sınavına çalışma konusuna değinmek bile mümkün değil. Oldukça az olan vakitte sınava hazırlanmaya çalışıyorum.
Bu sömürü çarkı içerisinde bir avuç asalak zenginliklere sahipken “zenginlikleri” emekçilerin alınteri üzerinden yükseliyor. Sen de bu kadar yoğun çalışma koşullarında emeğinin karşılığını alabildiğini düşünüyor musun?
En son da söyleyeceğimi en başta söyleyeyim: Tabi ki hayır. Maaşlarımızı şirket belirliyor. Usta-kalfa-çırak olma durumuna göre işçiler arasında maaş farkı oluyor. Çırak olmamdan ötürü aldığım maaş asgari ücretin de altında. Bu çalışma koşullarına göre emeğimin karşılığını aldığımı düşünmüyorum. Kaldı ki asgari ücretle çalışan diğer işçilerle bu durumdan rahatsız fakat patronun akrabalarının bizimle beraber çalışmasından kaynaklı kimse bunu çalışma ortamında dillendiremiyor. Burada feodalizmin ciddi etkisi var. Hem çırak denilerek asgari ücretin de altında bir ücret veriliyor hem de akrabalık bağlarından kaynaklı bu sorun dile getirilemiyor.
Türkiye dünyada iş cinayetleri noktasında zirvede. İSİG verilerine göre 2021’in ilk sekiz ayında 1494 işçi iş cinayetleri nedeniyle hayatını kaybetti. Milyonlarca işçi ise iş güvenliğinden yoksun bir biçimde çalışmak zorunda. Asansör işi de bilindiği gibi oldukça riskli bir alan. Bu meslekte iş cinayeti riski nedir? Gerçekleşebilecek iş kazalarına karşı şirket gerekli önlemleri alıyor mu?
Oldukça riskli bir iş kolu. Ufacık bir hata bizi ölümle burun buruna getiriyor. Apartman boşluğundaki iki demir üzerinde dengede durarak işimizi icra etmeye çalışıyoruz. Ortalama bir apartmanın dört katlı olduğunu düşünürsek olası bir düşme durumunda kurtulmak oldukça zor. Elbette ki gerekli iş güvenliği önlemleri alındığında her iş kolunda olduğu gibi burada da risk azaltılabilir. Ancak çalıştığım yerde bir halat bile bize çok görülüyor! Sadece bizim şirket değil genel olarak Antakya’da asansör işçileri için önlem alan şirket yok. Kelle koltukta çalışmaya mahkumuz anlayacağınız. Patronlar da iş güvenliği gibi konulara para harcamak istemiyor. Böylesi onların işine geliyor.
Bildiğin gibi işçilerin hakları ve çalışma koşullarının düzeltilmesi için sendikalar ve esasta örgütlenme önemli bir yerde duruyor. İşçiler arasında sendikalı olan var mı?
Bırakalım sendikayı güvencesiz çalışma ciddi bir sorun. Çıraklar sigortasız, diğer çalışanlar sigortalı olarak çalışıyor. Herhangi bir sendikaya üyeliği olan işçi yok. Cumartesi günleri iş çıkışında toplanıp patronla görüşüyoruz, sıkıntılarımızı orada dillendiriyoruz. Bu sorunları çözme de patronun inisiyatifine kalıyor. Fakat işten atılma çekincesi sorunlarımızı net bir şekilde ortaya koymamıza engel oluyor. Elbette sendikalı olsaydık durum böyle olmazdı. Asansör işinde ekip odaklı çalışıldığı için sendikal çalışma yapmanın koşulları da zor oluyor.
Pandemi sürecinde milyonlarca emekçi ölüm ve hastalık pahasına çalıştırıldı. Evde kal telkinleri emekçiler için rafa kaldırıldı adeta. Siz asansör işçileri olarak ne gibi sıkıntılar yaşadınız?
Buradaki en önemli sıkıntı kapanma dönemlerinde bile apartmanlara gidip çalışmaya devam etmemizdi. Salgın hastalığa karşı ne aşı vurulduk ne de dezenfektan ihtiyacımız karşılandı. Sadece maskeyle önlem alabiliyorduk. Tam kapanmalarda dahi çalışmak zorunda kaldık. Sürekli yakın çalışmamızdan kaynaklı salgın riski de yoğundu. Pandemide milyonlarca işçi gibi biz de önlem alınmaksızın sırf “çarklar dönsün” diye çalıştık. Sistemin çıkarları söz konusu olunca işçilerin hayatının bir öneminin olmadığını pandemide net olarak gördük.
Son olarak eklemek istediğin bir şey var mı?
Bizim gibi zor koşullar altında çalışan milyonlarca işçi-emekçi var. Bu çürümüş, sömürü çalışma koşullarını yok etmek istiyorsak, çürümüş sömürü düzenine karşı hep birlikte mücadele etmek zorundayız. Çünkü bu mücadelemizin sonucunda sömürü düzeni, sömürücülerle birlikte tarihe karışacağını biliyoruz.