Barış Atay Kaç Kişiyi İkna Edebildi?
Seçimlerin yaklaşmasıyla birlikte burjuva-feodal medyada seçim gündemli programlar bir süreden beri halkımızın televizyonlarını meşgul ede dursun, internetin ve sanal medyanın ciddi bir güç olduğu şu dönemde, “sanal medya fenomenleri” ve programları kendi içeriklerini yaratıyor, kendi kitlesini oluşturuyor. Bu “fenomenlerin” başlıcalarından olan Oğuzhan Uğur’un Youtube kanalı olan 3,7 milyon takipçili Babala TV’de, bir süredir çeşitli siyasi figürlerin katıldığı “Mevzular Açık Mikrofon” adlı bir program yayımlanıyor. Konsepte göre AKP’den MHP’ye, CHP’den Zafer Partisi’ne kadar, partilerinin öne çıkmış isimleri her programda bir kişi olmak üzere, programa katılan gençlerin sorularını cevaplıyorlar. Oğuzhan Uğur’un moderatörlüğünde, 3 saati aşan programlar yapılıyor ve konseptin en büyük iddiası farklı görüşlerin “özgürce ve sansür olmadan” tartışabileceği bir olanağın yaratılması. Bu bağlamda Muharrem İnce’den Cem Uzan’a, Ahmet Davutoğlu’na birçok ismin katıldığı programın izlenme rekoru, 9,3 milyon ile HDP milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu’nda. İki gün önce yayımlanan Barış Atay’lı son program ise sanal medyada en geniş kitlede ve özelde de sol-demokrat kesimde ciddi bir yankı buldu. TİP’li milletvekilleri programın ardından binlerce kişinin TİP’e üye olmak için başvuruda bulunduğunu, bir o kadar kişinin de partilerine bağış yaptığını belirtiyordu.
Yazımızda “konuşarak anlaşma”nın yaratabileceği etki düzeyini tartışarak, Barış Atay’ın kaç kişiyi gerçekten ikna edebilmiş olacağını anlamaya çalışacağız.
Z KUŞAĞININ ÖZGÜNLÜĞÜ MÜ, EGEMEN İDEOLOJİNİN AYNILIĞI MI?
Birkaç senedir lügatımızda yer edinmiş olan “Z kuşağı” kavramından, teknolojiyle haşır neşir, okuyan, araştıran, ülke ve dünya gündemine hâkim ve diğer yaşlı kuşaklardan bir hayli farklı bir nesli anlamamız isteniyor. Liberal, reformist sol anlayış bu kuşağı siyasi düzlemde, katı hiyerarşik örgütlenmelerden uzak, dikey değil yatay örgütlenmek isteyen, esnek ve kendiliğindenci eğilimleri yoğun şeklinde değerlendirdiği için “50 yıl öncesinde kalmış” devrimci örgütlerin işinin çok zor olduğunu söylüyor. “Mevzular Açık Mikrofon” programına katılanların ciddi bir kısmı bu kuşağın mensubu ve sorulan sorular üzerinden, program özgülünde bu kuşakla ilgili yorumlar yapabilmek kısmi de olsa mümkün. İzlenme rekoru kırılan Gergerlioğlu’nun katıldığı programda ve Barış Atay’ın katıldığı programda sorular çoğunlukla PKK’nin terörist olup olmadığı, terörle kurulan ilişki, “askere şehit” deniyor mu denmiyor mu düzleminde soruluyor. Her türlü kaynağa ulaşma imkânı olan Z kuşağı on yıllar öncesinin retoriğine sarılıyor. Muazzam bir yüzeysellikle, verili egemen ideolojik hegemonya birçok alanda sürdüğü gibi, programda da sürüyor. Ne bilgiye erişimin günümüzde daha mümkün olması ileri bir mevzi yaratıyor ne de bilgiye erişecek olan kişiler bu “özgürlük” ortamında, egemen ideolojinin dışında bir hattan ilerliyor. Biçim değişse de öz aynı kalıyor. Bu anlamda daha çok kaynağa ulaşabilmek, daha çok okumak, hatta daha çok sorgulamak, kişiyi doğallığında olumlu bir yere oturtmuyor.
KONUŞMAK İLETİŞİMİN VE İKNANIN YALNIZCA KÜÇÜK BİR BÖLÜMÜDÜR
Gençliğin Z kuşağında vücut bulan ifadesinin yukarıda saydığımız sebeplerle olumlanması, felsefi ve siyasi izdüşümlere sahiptir.
Sosyal ilişkiyi ya da insanın insanla ilişkisini belli bir düzlemde iki aklın birbiriyle alışverişte bulunması gibi ele alan anlayış idealist anlayıştır. Diyalektik materyalizmde ise diyalog halindeki iki insan, iki tarihselliğin alışverişidir aynı zamanda: sınıfsal, çevresel, ulusal, coğrafi, ailevi vs. birçok aidiyet, gündelik pratikler ve alışkanlıklar bizden önce de var olan ve pratiklerimizi belirleyen etkenler… Basit bir örnek verelim: halkımıza tek tek kapitalizmle ilgili fikirlerini sorsak sonuç ezici bir çoğunlukla insanların kapitalizmi ideal bir sistem olarak görmedikleri üzerine çıkar. Bu bilginin kendisi ne kapitalizmi yıkmak için ne de halkın kapitalistlerin temsilcilerini desteklememek için bir sebep oluyor. Çünkü egemen sınıfların egemen ideolojik hegemonyası sadece okulda, işte, kahvede ya da sokakta değil, evde de arkadaşlık-sevgililik ilişkisinde de mimaride de gündelik pratiklerin, doğrudan rasyonel bir şekilde yorumlamanın mümkün olmadığı, partikül halindeki pratiklerin hemen hepsine sirayet etmiş durumdadır. Konuşmak, sosyalleşmenin küçük bir parçasıdır.
SINIRLARI EGEMEN İDEOLOJİ İLE KALINCA ÇİZİLMİŞ BİR ALAN: MEVZULAR AÇIK MİKROFON
Platon’un okulunun girişine yazdırdığı meşhur yazıyı hatırlayalım: “Geometri bilmeyen giremez.” Sözün kendisi alana dahil olmak için bir koşul belirtiyordu. Başka bir deyişle, oyunu, kurallarını bilenlerle oynamak istiyordu Platon. Mevzular Açık Mikrofon programı da konuğun arkasındaki Mustafa Kemal tablosu, moderatörün Ergenekon sanığı bir albayın Türkçü oğlu olması ve her ne kadar soru soran katılımcılar seçilerek alınmasa da Youtube fenomeni moderatörle uzlaşabilecek, uysal ve oyunun kurallarını bilen (Mustafa Kemal hassasiyeti, PKK’ye terör örgütü denmesi, devletin çıkarlarının düşünülmesi, milliyetçiliğin gerekliliği vs.) gençlerden oluşması üzerinden bir alan olarak karşımızda duruyor. Programın birkaç bölümünü izleyenler soruları alan konuk değişse de soru soran-cevaplayan, sorulara verilen reaksiyonlar, mizah, gerginlik vs. gibi tekrarların nasıl oluştuğunu da çok rahat görebileceklerdir. Barış Atay da oyunun kurallarını bilerek ve bu kurallarla uzlaşarak, karşılıklı konuşmanın ve fikir alışverişinin ne kadar önemli olduğunu vurgulayarak dahil oldu programa. Baştan belirtmek gerekir ki, devletin ve düşmanın analizi, Kemalizmin ele alınışı, devrimci şiddet ve örgütlenme modeli vs. hemen hiçbir yerde Barış Atay’ın siyasetiyle uyuşmuyoruz. Fakat yazının konusu işin siyasi yönü üzerinde durmak değil. Esasta ilgilendiğimiz konu, üç saati geçen program boyunca, etkileyici ve sağlam bir hitabet üzerinden alkışlanan Barış Atay’ın etkilediği ve ikna ettiği gençler üzerindeki etkinin kalıcı olabileceği ya da bu tür programlar arttığı takdirde kalıcı hale gelebileceği ve bu gençlerin bu şekilde kazanılabileceği üzerine.
Mevzular Açık Mikrofon’a katılarak oyunun kurallarını kabul etmek bir anlamda bilinçlerdeki olası bir kopuşu minimize etmektir. Zira programın kendisi, demokratik yapısı, fikir özgürlüğü sunması, farklı görüşlere açık olması vs. teferruatların yanı sıra bir yeniden üretim mekanizmasıdır. Bu yeniden üretim mekanizması gerek program sırasında sorulan soruların sığlığı, verilen cevapların popülistliği ve kurulan ilişkinin oyunun kurallarını ihlal etmemesi üzerinden gerekse program haricinde, moderatörün yarattığı kitlesiyle pompaladığı egemen sınıf siyasetinde yatmaktadır. Örneğin programın gelirleri Mehmetçik Vakfı tarzı yerlere bağışlanacaktır, “x terör örgütü müdür”, “silahlı mücadele terörizm midir?”, “şu eylemi kınadınız mı?” tarzındaki retorik sorulara verilen kaçamak cevaplar normalleştirilecektir, devrimcilik uysallaştırılacaktır. Öte yandan Barış Atay’ın kendisi ya da siyasetiyle günün herhangi bir yerinde başka şekilde karşılaşmayacak olan kişi içinse Barış Atay birkaç saatlik ya da birkaç günlük bir etki olarak kalacaktır.
Sözün etkisi, söyleyenin sahip olduğu kaynaklarla doğrudan ilgilidir. Sözgelimi o programda Barış Atay değil de çok nefret ettikleri Öcalan olsaydı sözün etkisi çok daha büyük olacaktı. Zira olgusal gerçeklik, önemli bir kesim tarafından halk önderi olarak görülen Öcalan’ın temsil ettiği tarihselliktir. Bu tarihsellik tek başına sözle değil, eylemle, şiddetle, ajitasyon ve propagandayla, evde, ailede, işyerinde, okulda, dağda ve sokakta, egemen ideolojinin açıklarından sızmaya çalışan örgütlü bir şiddet mekanizmasıyla ortaya çıkmıştır.
Felsefi idealizmin iki insanı iki akıl olarak gören, siyasi reformizmin diyaloğu sözden ibaret sayan, devrimci şiddeti siyaset dışı irrasyonel bir mekanizma olarak gören yanılgısı, buradan gelmektedir.